Kovid-19, dünyayı parmağında oynatıyor. Bir tarafta sokağa çıkma kısıtlamaları ile ekonomiler alt üst oluyor, diğer tarafta virüse meydan okuyan çok büyük protesto eylemleri gerçekleşiyor.
Öyle büyük bir belirsizlik var ki, aşı haberleri bile sisi dağıtamıyor. Dünya sanki yörünge değiştiriyor.
Daha ne kadar değişebilir ki dediğimiz her şey, daha da değişiyor. Dünya, insanı adeta bir safra gibi kusuyor.
En önemlisi de toplum olma hali dinamitleniyor.
Ne demek bu?
Bize bakalım; 2012’de başlayan ve kumpas üstüne kumpas, saldırı, sıkıştırma, şeytanlaştırma, dışlama, yalnızlaştırma ve nihayet çok büyük bir darbe kalkışmasına kadar ileri götürülen bu bitimsiz saldırıları nasıl atlattık dersiniz?
Bir sürü sebep sıralayabiliriz. Ama son tahlilde o bir sürü şeyi birer amile dönüştüren toplum olma haliydi. Ortak bir gelecek, geçmiş, ideal, tasa, sevinç birliği, diğergamlık, hayattan keyif alma, çocukları için kaygılanma… uzar gider liste.
Bunlar bir taraftan bizi toplum yaparken bir taraftan da devlet dediğimiz kurumu ayakta tutacak aygıtları inşa ediyor.
Fakat devlet elitlerinin sermaye elitleriyle yer değiştirdiği bir vasatta toplumun yanısıra devletin gücü ve bütünlüğünü temin eden sosyal sermaye de eriyor. Sorumlulukları çerçeveleyen kurallar manzumesinin yerini her şeye ama her şeye olur veren bir serbestlik arzusu alıyor.
Devletleri destekleyen ekonomik güç kaynakları zayıflarken devletlere meydan okuyan küresel aktörler yeni emperyal güçlere dönüşüyor.
Kovid-19’un, her ne şekilde ortaya çıkmış olursa olsun, bu süreci hızlandırdığına şüphe yok.
Yeni emperyal çağa girdik bile.
Hiçbir değişim acısız olmuyor. Ve bedel ödetiyor. Bu değişimin bedelini devletler ve devletlerin zenginliği ile mütenasip şekilde ekonomik ve sosyal statü edinen orta sınıf ödeyecek belli ki.
Yeni bir sınıfsal tabakalaşma sürecinin içindeyiz. İletişim araçlarının yarattığı sanal özgürlük ve bilgiye erişim kolaylığı, kendi sesinin olduğuna ve duyulduğuna dair zan, farklılığının tanındığına dair naif hissiyat… hepsi ama hepsi büyük büyük bir data havuzunda işliyor hepimizi.
Küresel kapitalizm kendini tamir ediyor, söküklerini dikiyor deniyor ya; peki ama bu süreçte siyaset kurumu, anayasal devlet, hukuk neye dönüşecek? “Önce Amerika” diyenlere karşı “Amerika geri döndü” diyenlerin nihai zaferi üzerinden mi okuyacağız olup biteni?
Dünyayı Facebook, Youtube, Twitter gibi sosyal ağların yönettiği yeni bir emperyalizm çağındayız artık? Kimin söz hakkı olduğuna, hangi düşüncenin dolaşacağına, hangisinin sansürleneceğine bunlar karar veriyor.
Mücadele bitmez fakat. Dönüşen de dönüştürür, dönüştüren de dönüşür bu süreçte. Toplum olma keyfiyetini en çok yitirenler en çabuk dönüşenler olacaktır. Direnç gösterenler ise hala sosyal sermaye adına bir şeyleri olanlar. Aile, din, devlet, adalet gibi kavramları önceleyenler. Devleti, ezip geçmek için değil toplum kalabilmenin çerçevesi olarak görenler…
Artık hiçbir şey için yan yana gelemediğimiz şu günlerde, “Hayatın yeni normali bu, alışmalıyız” cümlesinin nasıl bir distopyaya tekabül ettiğini anlamak için yaşadığımız kadarı yeter de artar bile.
Bizim içine doğduğumuz ahvale bile katlanamayıp dünyanın çivisi çıktı derdi eskiler. Bu günleri görmedikleri için şanslılar.
Demek ki bu bir deveran. Her şey imtihana dahil yani.
O halde sonuç ne olursa olsun manayı kaybetmemek olmalı direnme noktamız. Çiviyi oraya çakmalıyız.