Ukrayna Devlet Başkanı Vilodimir Zelenski...
Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei...
Bunlara...
Bağlamı farklı da olsa Geert Wilders'i de ekleyin.
Bana göre dünya siyasetindeki krizin "göstergeleri" bu üç figür.
Demokrasinin en büyük iddiası olan merkez çökmüş durumda.
Öte taraftan ciddi bir irtifa kaybı var.
ABD'de başkan adaylarına bakın yeterli.
Bunun da ötesinde köksüzlüğü istismar eden popülizme mağlup bir düşünce dünyası var.
Faşizmin ayak sesleri mi bütün bunlar?
Attila İlhan olsaydı "kesinlikle" diye cevap verirdi bu soruya.
Herbert Marcuse de, faşizmin en uygun sıçrama tahtasının liberalizm olduğunu söyler.
Çünkü der Marcuse...
(Hem faşizmin hem liberalizmin) "Her ikisi de toplumun 'doğal' ebedi yasalarına inanırlar."
Endüstriyel kapitalizm döneminin düşünürü olan Marcuse'ün sözleri bugün de yani finansal kapitalizmin hâkim olduğu bir dünyada da geçerliliğini koruyor.
Liberalizm, o dönemde, özellikle Batı dışı toplumlarda darbenin kışkırtıcılığını yapmıştır.
Bakmayın bizim liberallerin, özgürlük, serbestiyet söylemlerine.
Dünya, liberal mühendislikten çok çekti.
Söz gelimi, liberalizmin peygamberlerinden Hayek, 73 Şili darbesini desteklemişti.
Yeri geldikçe hatırlatırım...
Hayek ne demişti bakın:
"Kimi zaman bir ülke için, şu veya bu biçimdeki bir diktacı gücün bir süreliğine mevcut olması zorunludur. Sizin de anlayacağınız üzere, bir diktatörün liberal yoldan yönetimde bulunması mümkündür (...) Şahsen ben, liberal diktatörü, liberalizmin olmadığı demokratik bir yönetime tercih ederim."
Batı'nın krizinden bahsediyoruz ya...
Bazıları bunu ciddiye almayabilir.
Hatta içinde bulunduğumuz krizi perdelemek için bu cümleleri kurduğumuzu söyleyebilirler.
Ben orasında değilim.
Son iki yüz yıldır Batı'nın oluşturduğu sistemin kıyısında kendi kendisiyle boğuşan ve yine ısrarla o diyarın reçetelerini sorgusuz sualsiz kabul edenlere cevap yetiştirecek de değilim.
Bu reçeteleri yırtıp atmak isteyen her bir girişimin yanında olduk, bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.
Evrensel değildir Batı yani, yazdığı reçetede kendine ilişkindir.
Bugün bu reçetelerin hiç biri çare değil gibi görünüyor.
Batı'yı, kendi kavramlarıyla, mevzuatla perdelediği teolojisiyle değerlendirmek gerekiyor.
Soruyu soralım o zaman...
Yukarıda isimlerini sıraladığımız kişilerin siyasette başarıları anominin göstergesi midir?
Dediğim gibi merkezi temsil etmiyor hiçbiri.
Komedyen Zelenski'nin liberal Batı'nın savaş aparatı olduğunu bilmeyen yok artık.
Deli lakaplı ultra liberal Milei, çöküşteki Arjantin'de "her şeyi satacağım" diyerek iktidara geldi.
Sömürgecilik üzerine yükselmiş liberal Hollanda ise yabancı düşmanı, aşırı sağcı Geert Wilders'i sandıktan birinci çıkardı. Merkezdeki partiler dahi aşırı sağa kaymış durumda Hollanda'da.
Bütün bu yaşananlar bir anomi değil, bilakis sistemin doğal sonucu.
Kendini finansal kapitalizm/rantçı kapitalizm üzerinden yeniden kurgulayan emperyalizm, endüstriyel kapitalizm döneminde üretilen bütün değerleri emdi.
Günün sonunda bu silah kurgunun sahibini de vurdu.
Spekülasyonlarla paradan para kazanan egemenler korkunç bir oligarşi inşa ettiler.
Bu uğurda devletlerin de devletleri yönetmeye talip siyasetin de içi boşaltıldı.
Sonuç ortada!
Dünyanın çivisini çıkaracak siyasetçiler iş başına geliyor.