Genç MÜSİAD 5. Uluslararası Genç İşadamları Kongresi bu yıl İstanbul’da 18-19 Aralık tarihinde gerçekleşiyor. Kongre, “dünya genelinde artan adaletsizlik ve adil bir girişimin gerekliliği” başlığı altında toplanıyor. Kongrenin ilk günü nasip olursa ben de “Dünyada adaletin tesisi” üzerine bir konuşma yapacağım. Konuşmaya hazırlanırken aldığım notları köşemin elverdiği kadarıyla sizinle de paylaşmak istiyorum:
Güçlünün ve sesi çok çıkanın her şartta haklı göründüğü bir zaman diliminde “Dünyada Adaletin Tesisi” üzerine konuşmak, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayalin peşinden gitmek gibi, yani bir ütopya gibi gözükebilir. Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de ve dünyanın çeşitli bölgelerinde; sanki telif hakları kendilerine aitmiş gibi adaleti, insan haklarını dünyaya pazarlamaya kalkanların attıkları bombalarla çocuklarının parçalanan bedenini toplamaya çalışan anne-babalara “Dünyada adaleti nasıl tesis edebiliriz” diye sorsak acaba nasıl bir cevap alırdık? Bir baba olarak elbette benim bir cevabım var!..
İşte adalet kavramının böylesine kirletildiği bir dönemde yaşıyoruz. Bombalar “adaleti sağlamak” adına atılıyor! Dünyada adaleti tesis etmek adına kurulan uluslararası kuruluşlar hep güçlüden yana olduğunu bizzat yaşayarak görüyoruz. Dünyanın adaletini bozanlar bu kuruluşların yöneticileri. Mazlumun başında bomba patlatan da, mazluma “Adaletsizliğe uğrarsan bize gel” diyen de aynı güçler! Kimi kime şikâyet edeceksin?
Hakikaten dünyada adaleti tesis etmek bir ütopya mı? Tabiî ki değil! İnsanlık tarihine baktığımızda adaleti tesis eden, zulme, haksızlığa uğrayan insanların sığınacağa bir liman hep olmuştur. Bu limana sadece aynı inancın mensupları değil, farklı inanç mensupları da sığınmıştır. Zaten olması gereken de budur. Kim olursa olsun haksızlığa uğramışların hakkının savunulacağı bir liman. Geçmişte olan şimdi niye olmasın?
“İnsanlık tarihi” dedim. Müslümanlar için insanlık tarihi Peygamberler tarihidir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı” diyor. Bu ölçü bizlere dünyada adaleti nasıl tesis edeceğimizi de gösteriyor. Allah, insana insan olmanın hasletlerini Peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. Yani içimizden seçtiği elçileriyle ferdi ve içtimaî hayatımızda insanca nasıl yaşacağımız göstermiştir. İlk peygamber Hazreti Âdem’den son peygamber Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’a kadar Allah bizlere insanca yaşamanın ve bir medeniyet kurmanın anahtarını şu şekilde vahyetmiştir: “Kimseye haksızlık etmeyeceksin!” Her şey bu ilâhi buyruğun şemsiyesi altında.
Haksızlık olan yerde zulüm vardır, tecavüz vardır vesaire... Bunların olduğu yerde de adaletten söz etmek mümkün değildir.
İlâhî mesajdan uzaklaşmış bir ferd düşünün; kendi arzularını yerine getirmek için çevresindeki varlıkların hakkına hukukuna riayet etmeyen bir ferd... Bir de bu ferd gibi milyonlarca insanın bir araya gelip devlet kurduklarını... İşte kendi rahatları ve lüks yaşantıları için binlerce kilometre ötedeki halkları bombalamanın, toprakları işgal etmenin altında ilâhi buyruktan uzaklaşmış bu ruh hali yatıyor. İnsan fıtratına aykırı rejimler, Hak ve hakikati temsil edenlerin zaaflarını kendileri açısından doğru değerlendirerek dünyada söz sahibi oldular.
Dünyada adaletsizlik olduğunun, bir şeylerin olması gibi değil de tam tersinin olduğunun farkında olan bizler bu noktada zaaflarımızı tespit etmeliyiz. Zaaflarımızın başında, adaletsizlik yapmakla suçladıklarımız gibi bizler de ilahi mesajdan uzaklaştık. Bu uzaklaşma bizleri zihnen ve bedenen insan fıtratına aykırı rejimlerin kölesi haline getirdi. Karşı tarafın gelişmiş silahları, teknolojisi bizlerde aşağılık kompleksi oluşturuyor. Bu kompleksten kurtulmamız gerekiyor. Bu da, vahiy ve sünnet rehberliğinde günümüze hitap edecek yeni bir anlayış, yeni bir dil kurmaktan geçiyor. İnsanca yaşamak ve yaşatmak için buna mecburuz.