Bu yazıyı Delhi’den yazıyorum. Hindistan’ın başkentinde bulunuş nedenim küresel yönetişimin nasıl olması gerektiği üstüne bir çalıştay. Hollanda Dışişleri Bakanlığı ve Lahey Belediyesi’nin desteğiyle kurulmuş bir düşünce kuruluşu olan Lahey Küresel Yönetişim İnisiyatifi ile buranın etkili merkezlerinden ORF’in (Gözlem Araştırma Vakfı) birlikte düzenlediği toplantıda küresel yönetişimin daha iyi olması için neler yapılabileceğini konuşuyoruz.
Hollandalılar, Çin’den, Rusya’dan, Arjantin’den, Güney Afrika’dan, Türkiye’den, kısacası yıldızı parlayan ülkelerden birer uzmanı ikinci defa bir araya getiriyor. Aramızda bir Amerikalı da var. Ama ağırlık yükselen değerlerde, geleceğin önemli görülen ülkelerinde. Akılların çok açık olduğunu, tam olarak ne yapılmak istediğinin bilindiğini söylemem mümkün değil.
***
Bu da benzeri pek çok çalıştay gibi bir arama konferansı niteliğinde. Küresel yönetişimin sorunları masaya yatırılıyor, hangi konularda ve ne biçimde inisiyatif alınabileceği tartışılıyor. İkinci defa düzenlediklerine ve bu işe para ayırdıklarına göre belli ki Hollandalılar hem küresel yönetişimi ciddiye almış, hem de çağırdıkları ülkelerin küresel ağırlıklarını.
Türkiye de Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın önem verdiği, küresel ağırlık atfettiği bir ülke. Hindistan’ın da Türkiye’ye önem verdiği hem toplantıdaki tavırlardan, hem de iki gün önce konuşmacı olarak katıldığım bizim sivil toplumunun yakından tanıdığı Radha Kumar’ın yönetimindeki Delhi Siyaset Platformu’nda sorulan sorulardan anlaşılıyor.
Delhi’de diplomatlar, kanaat önderleri, askerler ve öğretim üyeleri Türkiye’nin Ortadoğu politikasını merak ediyor. Son 10 yılda nasıl olup da dünya siyaset sahnesinde bu denli öne çıkabildiğinin nedenlerini anlamak istiyor. Bazıları Türkiye’de de görev yapmış kanaat önderleri yaşadığımız insan hakları sorunlarından, azınlık konularından, AB üyelik perspektifimizden haberdar.
Fakat dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi burada da insanlar Türkiye’den hem kendisi, hem de çevresi için çok şey bekliyor. Bu beklentilerin çoğunun karşılanması bence imkansız. Türkiye, Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in ve hatta Hindistan’ın yapamadıklarını yapamaz. Bütün sorunları çözemez. Dünya siyasetinde mucizeler gerçekleştiremez. Ama beklentileri yönetebilir.
Türkiye dünya düzeninin korunmasında ve yeniden kurgulanmasında rol oynayabilir. Küresel sistemin yönetim ve yönetişim mekanizmalarından mutlu olmayan, sistemin 2. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletlerin çıkarlarını korumak amacıyla kurulduğunu düşünen devletlerle birlikte daha iyi çalışan, daha adil olan, günümüz koşullarına daha uyumlu bir sistemin kurulması için çalışabilir.
Evet, böyle bir sistemin kurulması zor. BM Güvenlik Konseyi’ne daimi üye olan beş ülkenin haklarından fedakarlık etmelerini beklemek gerçekçi değil. Ancak aynı zamanda onların yetkilerini aşındıracak yaratıcı çözümlerin bulunması da mümkün. Mesela Barış Gücü operasyonları zamanında işlemeyen ortak güvenlik sistemini ikame etmek amacıyla yaratıldı.
***
Bunun için yapılması gereken sistemi eleştirmek kadar sistemin ne şekilde reform edilebileceğini düşünmek, uluslararası alanda koalisyonlar kurmak, projeler üretmek. Türkiye isterse BM Genel Sekreteri’nin örgütsel reform çabalarına destek verebilir. Geçtiğimiz yıl Atul Khare önderliğinde başlatılan reform çalışması Ankara’ya sesini duyurabileceği bir platform temin edebilir.
Hollanda bile küresel yönetişimin daha iyi nasıl yapılabileceği üstünde düşünüyorsa, çevresinde olan bitenler hakkında kaygıları olan Türkiye’nin bu konu üstünde çok daha fazla çalışması gerekir. Belki bu çalışmalar Gazze gibi sorunların bir daha yaşanmamasını sağlamaz, ama Türkiye’ye dünya siyaseti üstünde daha da fazla söz sahibi olma imkanı sağlar.