19 Mart 1945 tarihli Akşam gazetesinde dönemin önemli yazarlarından Necmettin Sadak Birleşmiş Milletler’in küçük devletleri değil büyük devletleri korumak için kurulacağını yazmıştı. Sadak’ın kehaneti doğru çıktı, BM’nin gerçekten de büyük devletleri korumak için kurulduğu kısa sürede anlaşıldı.
Amaç II. Dünya Savaşı’nın galibi beş büyük devletin birbiri ile savaşmasının, bir dünya savaşının daha çıkmasının önlenmesiydi. BM bu amacın gerçekleşmesinde başarılı oldu. Soğuk Savaş’ın gerilimli günleri bir yandan terör dengesi, diğer yandan belli başlı sorunların BM platformunda konuşulması sayesinde büyük bir felaket yaşanmadan atlatıldı.
***
BM Şartı’nın öngördüğü küresel barış ve güvenliğin korunması büyük devletlerin insafına, çıkarına ve uzlaşmasına bırakılmıştı. Dünya siyasetini ilgilendiren bir konu beş büyük devletin içinde yer aldığı Güvenlik Konseyi tarafından gündeme alındıktan sonra başkalarının bu konuda bir şey yapması “hukuken” mümkün değildi. Her şey insaf, çıkar ve uzlaşma sacayağının üstüne oturmuştu.
Bu yüzden de sistem öngördüğü ilkelerin korunmasını hemen hemen hiç sağlayamadı. 1950’deki Şart hükümlerinin esnetildiği Kore istisnasını saymazsanız, kurulduğu günden 1990’a kadar BM sisteminin öngördüğü ortak güvenlik mekanizması neredeyse hiç çalışmadı. Ancak Saddam Hüseyin’in maceracı atılganlığı zamanın ruhuna uygun bir reaksiyonun verilmesine ve sistemin çalışmasına yol açtı.
BM, tıpkı Sadak’ın yaptığı gibi kurulduğu günden bu yana, hatta kuruluşu öncesinde de eleştirildi. Adil olmadığı söylendi. Dünyadaki yeni çıkar ve güç dengelerini yansıtmadığı iddia edildi. Konferanslar düzenledi, raporlar yazıldı. Fakat şimdiye değil BM, Güvenlik Konsey’indeki daimi olmayan, dolayısıyla da veto hakkına sahip olmayan üyelerin sayısının arttırılması dışında hiç bir ciddi revizyona uğramadı.
Çünkü II. Dünya Savaşı’nın galipleri kurdukları sistemi güvenlik supaplarıyla donatmışlar, onların uzlaşması dışında hiç bir kapsamlı değişikliğin yapılamamasını garanti altına almışlardı. Savaş ve müdahale yasaklanmış, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi BM Şart’ının 2’inci maddesinin içine sımsıkı yerleştirilmişti.
Zaman içinde başta Filistin olmak üzere pek çok sorun Güvenlik Konseyi duvarına tosladı. Pek çok yerel trajedi ilgisizlik, çıkar körlüğü, uzlaşma zorluğu gibi nedenlerle görmezden gelindi. Bosna’dan Ruanda’ya milyonlarca insan BM hareketsiz kaldığı için öldü, sakat kaldı, evini barkını terk etti.
Şimdi de aynı şeyler Suriye’de oluyor. Amerika müdahalede çıkar görmediği, Rusya şiddetin kendi ülkesine sıçramasından korktuğu için kimyasal silahlarının kullanılması karşısında bile sessiz kalıyor. Yapılacak bir müdahalenin meşruiyet kaynağı olarak görülen Güvenlik Konseyi, 100 binden fazla insanın hayatını kaybetmesini önemsemiyor.
Bizlerse dünyanın beşten büyük olduğunu söylüyoruz. Ama Suriye’ye müdahale söz konusu olduğunda yine o beş devlete bakıyoruz. Sistemi eleştirsek, Amerika’da ve Rusya’dan hiç hoşlanmasak da kendi çıkarlarımızın korunması için bu ülkelere muhtaç olduğumuzu biliyoruz.
***
Belki de artık eleştiriyi bir kenara bırakıp dünyaya farklı gözlerle bakmamız, yaşamak istediğimiz değil yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle baş etmemiz gerekiyor. Kabul etmeliyiz ki bu dünya güçlülerin dünyası, eşitlik ve adalet gibi ilkeler var ancak devletler arası ilişkilerde geçerli değil. Değişim talep edelim ama değişmeyeceğini de bilelim.
Ne de olsa kimsenin kimseye güvenemeyeceği, hiç bir devletin güvenliğini başkasına ihale edemeyeceği bir sistem içinde yaşıyoruz. Kendi güvenliğimizi diplomasimizle, askeri ve ekonomik gücümüzle sadece kendimiz sağlayabiliriz. Kıymetli olmamız, dediklerimizin dinlenmesi büyük devletlerin anlam dünyasında yerimizin olmasına bağlı. Ve tabii ki bu kapsamdaki bir yazıya sığmayacak daha pek çok şeye...