Dünkü yazımızda, bir okuyucunun Gazze-Filistin konusundaki değerlendirmesine değinirken, 1 Eylûl 1939'un, yani, İkinci Dünya Savaşı'nın 85. yıldönümü kısaca hatırlatırmış, savaşın başında kimlerin hangi niyetlerle savaşa girdiklerinin ve başlangıçta hiç hesapta olmayan başka devletlerin devreye sonra nasıl dahil olduklarının düşünülmesi gerektiği ifade olunmuştu..
Hani, doğru olarak da denilir ki, 30 milyon kadar insanın hayatına mal olan 1. Dünya Savaşı'nın, İngiltere liderliğindeki İ'tilaf Devletleri'nin galibiyetiyle sona ermesinden sonra, 28 Haziran 1919 tarihinde, (yani, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Ferdinand ve hanımı Sofia'nın Saraybosna'da bir Sırp milisi tarafından 28 Haziran 1914 günü öldürülmesiyle başlayan ve Osmanlı Devleti'nin de, o savaşa, uzun araştırmalar ve tereddütlerle geçen 4 ay sonra, 3 Kasım 1914 günü, Almanya'nın yanında katıldığı) 1. Dünya Savaşı'nın 5 yıl sonrasında.. Paris'te Versailles (Versay) Sarayı'nda imzalandığı için o isimle anılan 'Versailles Barış Andlaşması' ile, mağlûb Almanya'ya çok ağır şartlar imzalatılıyor ve bu antlaşmayla, Almanya'nın bir çok bölgeleri, o savaşta Almanya'nın hücumuna uğramış ülkelere ikram olunuyor ve galip devletlerin dayatmasıyla Almanya'nın tarihî başkenti Berlin'den ayrı bir yerde, Weimar şehrini başkent edinen ve galip devletlere itaat edecek kukla bir Hükûmet ve Meclis'e kabul ettiriliyordu.. (Burada mağlup Osmanlı'ya, nelerin kimler tarafından dayatıldığı gibi konuları düşünmeye gerek yok elbette..)
Tabiatiyle, Osmanlı'ya dayatılmak isteyen Sevr Antlaşması, henüz iç hukuk merhalelerinden geçirilemeden ve Lozan Barış Antlaşması'nın kimlere ve nasıl ve neye mal olacak şekilde dayatıldığı konusu, ayrı bir bahis..
*
Hatırlayalım ki, Amerikan emperyalizmi de dünyayı düzenlemekte artık İngiltere'yle yarışmaktaydı ve Amerikan Başkanı Wodrow Wilson'un adını taşıyan 'Wilson Prensipleri', 'ulus-devlet' modelini dayatmak istiyordu, dünyaya.. Ve, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Cemiyet-i Akvâm (Milletler Cemiyeti), 'savaşsız bir dünya' hayali adına kuruluyordu.
Almanya'ya dayatılan Versailles Antlaşması, denilebilir ki, Alman toplumunun her kesimi tarafından, Alman halkının onuruna yapılmış bir hakaret ve (diktat) /dayatma olarak değerlendirilmiş ve dahası, o yenilginin asıl sebebini, savaşa 'onbaşı' olarak katılan ve savaştan sonra kurduğu küçük bir partinin lideri olan Adolf Hitler'den başka kimse, halk kitlelerini iknâ edici şekilde ve 'Yahudilerin Alman toplumuna ihanetlerinin sonucu' olarak anlatamamıştı.
Galip devletlerin işaretlerine göre hareket eden Veimar'daki hükûmetin çaresizliğini gören kitleler de Adolf Hitler'in ideolojisinin sihrine kapılmıştı.. 15 yıl kadar süren sosyal perişanlıklar, sonunda Hitler'in 1933'de seçim kazanıp, iktidara gelmesine yol açmış ve on milyonları peşinden sürükleyen Hitler Almanya'sı da 1 Eylül 1939'da, 20 yıl önceki dayatmaların intikamını da almak için harekete geçmiş; 2. Dünya Savaşı başlamıştı.. Yani, Versailles Barış Antlaşması'nın, 'Barışı yok eden barış' olarak isimlendirilmesi haksız değildi.
Ama, orada, bütün Yahudiler 'hain' olarak görülünce, evet, kantarın topu kaçırıldı, ama, toplama kamplarında Yahudilere çektirilenler, bugün Siyonist Yahudilerin devleti olarak nitelenen İsrail isimli cinayet şebekesince Filistinlilere yapılan yapılanlardan farksızdı..
*
İlginç olan şu ki, savaşın başında Stalin Rusya'sı ile işbirliği yapan Hitler Almanya'sı, sebebi tam olarak izah edilemeyen şekilde, savaşın ortasında, 22 Haziran 1941 günü, Rusya'ya da saldırıvermiş ve Alman orduları Hazar Denizi'nin kuzeyine Volgagrad (Stalingrad)'a kadar ilerlemişler ve Komünizm'in amiral gemisi durumunda olan Sovyet Rusya, kapitalist Amerika'ya sığınarak batmaktan kurtulmuş ve dahası, savaşın suçlusu olarak sorgulanabilecekken, savaşın kazananı durumuna gelivermişti.
*
Ve İkinci Dünya Savaşı, 6 ve 8 Ağustos 1945'de Japonya'nın hiçbir askerî gücün olmadığı bilinen Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine, Amerikan emperyalizmi tarafından beşer tarihinde ilk kez kullanılan ve 300 bin kadar sivil insanın kül olmasıyla neticelenen 2 Atom Bombası'nın atılması sonrasında, savaşın galibi sayılan Amerika liderliğindeki 5 devletin, bütün dünyaya, güyâ yeni bir adalet ölçüsü, yeni bir hukuk düzeni getirmek üzere, İnsan Hakları Bildirisi ilân edip, Amerika, Sovyet Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'den oluşan 5 galip devletin, bütün insanlığa, kendi iradelerini 'uluslararası hukuk' olarak gösteren bir zulüm düzeni, ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuştu..
*
Bu hikâyeyi yeniden hatırlatmaktan maksat, dünyanın yarınlarının neler getireceğine dair, beşer iradesince görünür bir işaret yok.. Ortadoğu bir barut fıçısı.. Bir '3. Dünya Savaşı' koptuğunda, bugün pusuda bekleyenlerin bile neler yapacakları, hangi devleti nerede duracağı, mechûl..
Rusya'nın, NATO ve AB üyesi olmak isteyen Ukrayna'ya karşı çıkmak adına 2,5 sene önce başlattığı saldırısının Rusya'nın zaferiyle bitmesi halinde, bunun Batı dünyasının ve NATO'nun , yani Amerikan emperyalizminin yenilgisi demek olacağını bütün dünya biliyor..
Onun için, en güçlü ve en son silâhlarla donatılmış Ukrayna birlikleri, bir anda Rusya topraklarında Kursk civarında 15-20 km. ilerletildi.. Başlangıçta hesap edemediği şekilde köşeye sıkışan Putin, Ukrayna'yı Batı Dünyasının silahlandırdığını yakınarak belirtiyor.. Kendileri de aynı şeyleri hep yapmamış gibi.. Ki, daha 1 ay öncelerde Putin'in en ünlü savaş stratejisti olarak bilinen Alexander Dugin, Rusya'nın Yemen'de Husîleri ve Lübnan'da Hizbullah'ı en güçlü silâhlarla donatması gerektiğini söylememiş miydi?
Rusya, ikide bir nükleer silâhların bile kullanılabileceğinden dem vuruyor da; bu, ötekiler için de geçerli.. Savaş çılgınlığı o merhaleye varmaz, inşallah.. Çünkü, çılgınlık halinde, kimin ve neyin nerede duracağı kestirilemez..
O halde, en ağır ihtimallere karşı, en haklı ve mâkul şekilde davranmaya bugünden hazır olmak..
Evet, 'Dün geçti, Yarın mechûl.. Bugün, en büyük servet..'
*