Önümüzde bir seçim var. Elbette alınacak herhangi bir sonuç dünyanın sonu değil. Çıkacak her sonuç, milletin tercihi olacak ve herkes saygı duyacak.
Her seçmen oyunu kullanırken, önce sağına bakacak, sonra soluna, etrafına, eşine dostuna, sevdiklerine, güvendiklerine, duyduklarına, gördüklerine, okuduklarına. Sonunda kendisiyle baş başa kalacak ve tercihini yapacak.
Bir siyasi partinin seçim barajını aşıp aşamayacağı üzerine düğümlenmiş bir gündemi var bu dönemin. Yıllar yılı bu topraklarda yaşayan insanların haklarına, özgürlüklerine ve hatta en temel ihtiyaçlarına en küçük ilgi duymamış kesimler; birdenbire bambaşka bir projeyi harekete geçirdiler.
HDP barajı aşarsa, AK Parti’nin iktidara gelse bile gücü kırılmış olacak ve daha düne kadar Kürtlerin nerede ve nasıl yaşadığını merak bile etmeyen kesimler, onların sırtından operasyon yapmış olacaklar.
Barajı aşamadığı takdirde, bu defa da onların sistem dışı kaldığı tezi üzerinden Kandil’le ittifak yapıp 6-8 Ekim 2014’de provasını yaptıkları sokak tezgahını devreye sokacaklar.
Bunların bir yere kadar önemi var; ama bir yerden sonra da hiçbir değeri yok. Çünkü Türkiye, birilerinin proje dahilinde istediğini alabildiği bir ülke olmaktan çoktan çıktı. Çözüm süreci de, Kürtlerle bu coğrafyadaki kader birliğimiz de, HDP’nin de, onu şu sıralar pohpohlayıp öne çıkaranların da boyunu fazlasıyla aşıyor. Bu saatten sonra hiç kimse bu birlikteliğin önüne geçemez.
Sadece bir noktaya dikkat edilmesi önemli. Hangi siyasi parti olursa olsun, herkesin öncelikle bu ülkeye ve insanlarına dair, hiçbir ayrım gözetmeyen bir ortak gelecek tasavvuru olmalı. İşte bu yüzden kendisini Kürtlerin temsilcisi olarak ilan eden bir siyasi partinin, bu insanların değerlerinden bu kadar uzak olmasını, hatta göz göre göre onları çiğnemesini kabullenmek mümkün değil.
Peki ne söylemeliyiz?
Bizi biz yapan değerleri, ortak tarihi, coğrafyayı ve bunlar üzerine bizi kuşatan kaderi anlatabilmek için ne yapmalıyız?
Mesela Ahmed-i Hani, Seyyid Sıbğatullah, Mele Ceziri, Evdale Zeynike veya bu toprakların hamurunda eli olan Mevlana Halid-i Bağdadi’den söz etsek, anlar mı bu zihniyetin sahipleri?
Değer adına, gelenek adına herşeyi silip süpüren, yakıp yıkan, yok sayan, sözüm ona yeni bir ‘Kürt ulusu’ yaratma çabasıyla yüzyıl önceki dayatmayı taklit eden bir anlayışa kar eder mi bunları söylemek?
Bu coğrafyada, şimdilerde PKK ve HDP’nin üstlendiği misyonu, çok daha önceden üstlenenler oldu. Tarihi yeniden yazmak isteyenler, yeni kıble arayanlar, ulus yaratma peşinde koşanlar oldu. İşte o zihniyetin bizi mahkum ettiği yüzyıllık yalnızlıktan sıyrılmaya çalışırken, bu kez kardeşlerimizin böyle bir esarete koşması ne kadar hazin.
Gerçekten kimin ne hissettiğini bilmiyorum. Ama kendi payıma bunlardan acı duyuyorum. Düne kadar kardeşliğin, gönül birliğinin ve ortak değerlerin önemine inanan kimi isimlerin, şimdi bu rüzgara kapılıp gitmesini hüzünle izliyorum.
Birilerinin kuvvetle dile getirdiği, şirin gösterdiği bu anlayışın, gerçekte nasıl bir bataklık olduğunu en iyi yine Kürtler biliyor. Böyle bir anlayışın neler kaybettirdiğini ise yüzyıldan fazla bir zamandır hepimiz biliyoruz. Gecikmiş bir ulus projesi veya benzeri yaklaşımlar, dün kimseye yar olmadı. Yarın da olmayacak. Bugün bir medya grubunun arsızca tetikçiliği ile öne çıkarılan isimlerin ve siyaset anlayışının, uluslararası şemsiyeler altında söylediği parlak sözler, düne kadar Kürtleri yok sayan zihniyetin projesi.
Bunu anlamak zor değil ve hepimiz göreceğiz kısmet olursa.