Yargıtay, Türkiye’nin bir dönemine damgasını vuran Ergenekon davasını soruşturma, delil toplama ve adli yargılama ilkelerine aykırılık tespitiyle bozdu. Balyoz ve İzmir Casusluk davasının akıbeti de malum. Paralel Yapı’nın hizmetindeki Yargıtay 9. Daire Balyoz kararını onamış olmasına rağmen AYM hak ihlaline hükmetti. Yeniden yargılamanın yapıldığı 4. Ağır Ceza ise bütün tutuklu sanıklar için tahliye kararı verdi. İzmir Casusluk ve Şantaj Davası ise yargılama aşamasında Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldığı için Paralel’in elinden kurtarılmış oldu. İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 49’u muvazzaf, 79’u tutuklu 357 sanıklı davada tutuklu yargılanan tüm sanıkların tahliyesine karar verdi. Paralel Yapı bu dava sayesinde TSK’da ciddi bir kadro temizliği öngörüyordu.
Türkiye, mezkur davalar dolayısıyla tutuklanan askerlere rekor tazminat cezaları ödemeye mahkum edildi. Davaların yarattığı tahribat çok yönlü oldu. Haksız yere tutuklanan insanlar ve aileleri telafisi imkansız kayıplar yaşadı.
Paralel Yapı’nın Ergenekon’u kendi derin devletini tesis aracına dönüştürmesinin yol açtığı sonuç bununla sınırlı kalmadı. Kendi kadrolarını yerleştirmek ve toplumsal etkinliğini artırmak üzere TSK’dan emniyet teşkilatına, eğitim ve yardım derneklerinden cemaatle ilgili gerçekleri kamuoyuna duyurmaya çalışan isimlere varıncaya kadar emsali görülmemiş bir cadı avı başlatıldı. Dava dipsiz bir kuyu gibi önüne geleni yutar oldu.
Kurunun yanında yaşın da yandığı hatta kurudan çok yaşın yandığı Ergenekon Davası, yargıya güvenin zayıflamasına ve darbelerle yüzleşme fırsatının kaçırılmasına sebep oldu.
Yargıtay’ın “Ergenekon yoktur” şeklinde yorumlanan kararı ise suçsuzların yanında suçluların da aklanmasına yol açtı. Evet, yargılama yeniden gerçekleşecek fakat toplumsal algı bundan böyle kolay kolay değişmez.
Gözümüzün önünde yapılmış, delilleri gazete manşetlerinde, failleri hayatta olan 28 Şubat’ı bile yargılayamamışken Ergenekon’a iliştirilen ve bu sayede buharlaştırılan darbe teşebbüslerini hakkıyla yeniden yargılayabilecek miyiz, muhal.
F Tipi’ne ne oldu?
O günlerde Ergenekon sanıklarının avukatlığına soyunan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP camiası “Hükümet ve F Tipi’nin işbirliği”nden söz ediyordu. Söz konusu davalarda siyasi iktidarın onayı vardı çünkü.
Çünkü Ak Parti daha 2007’de kapatma davası açılmış, yine aynı dönemde e-muhtıra yemiş, devamı olduğu partiler mütemadiyen kapatılmış, kadroları 28 Şubat’ta siyasi yasaklı hale gelmişti.
Anayasanın ve iç hizmet kanununun kendisine verdiği yetkiyle darbe yaptığını söyleyen orduyu bu darbe sevdasından kurtaracak bir yargılamaya AK Parti’nin karşı çıkması ancak Stockholm sendromu ile açıklanabilirdi.
Siyasi iktidarın Ergenekon davasındaki tavrını bu gerçeği gözönünde tutarak değerlendirmek durumundayız.
Ya CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun tavrına ne diyeceğiz?
Hükümet, az önce saydığımız haklı gerekçelerle Ergenekon ve sair davalar konusunda itirazı olan değil onayı olan tarafı oluşturuyordu evet.
CHP ise TSK mensuplarının da yargılandığı bu davalarda sanıkların avukatlığına soyunmuştu. Çünkü darbeleri meşru görüyordu. “Ordu göreve” pankartı açmak bir CHP klasiğiydi. Kendisi iktidar koltuğunda olmasa da ordu CHP’nin altı okunu muhafaza ediyor, gerektiğinde balans ayarı yapıyordu.
Yani CHP’nin Ergenekon yargılamalarıyla ilgili tavrı ahlakiliğinden, hukuki prensiplere olan bağlılığından değil basbayağı darbeciliğinden ve iktidardaki siyasi kadrolara dair kategorik reddiyesinden kaynaklanıyordu.
Tam da bu yüzden o gün avukatlığına soyunduğu sanıkların bugün cellatlarıyla yan yana durabiliyor. O gün F Tipi dedikleri ile bugün iktidara zarar verebilme ihtimali dolaysıyla işbirliği yapabiliyor.
CHP her zaman siyaset dışı bir aktöre yaslanma ihtiyacı hissediyor. Siyaset arenasında bileğinin hakkıyla güreşemediği için dün ordudan medet umuyordu bugün ise FETÖ ve PKK’dan.
Ergenekon sanıkları ile ilgili yaklaşımı da bir nevi pragmatizmden ibaret.