Süleyman Demirel’le ilgili yazdıklarıma olumlu, olumsuz sayısız eleştiri aldım. Herkes nasıl istiyorsa öyle düşünebilir. Yazdıklarımın arkasındayım.
Bu konuşma ve tartışma önemli. Çünkü bir kişiyi değil, onunla birlikte şekillenen bir dönemi konuşuyoruz Demirel’i anlatırken. Tartışmaya katkısı olsun diye daha önceki bir yazımdan alıntı yapmak istiyorum izninizle:
‘...Merhum Turgut Özal’ın sadece söz olarak dile getirdikleri bile Ankara’nın derin patronlarını huzursuz etmeye yetmişti. Asıl hamlelerini Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra gerçekleştirmeyi planlıyordu. Kısmet olmadı. Çünkü dönemin yüksek bürokrasisi onun karşısındaydı. İstanbul sermayesi Özal’ın attığı adımların kendilerine yeni rakipler üreteceğini görmüştü. Bu sürecin daimi tetikçisi olan medya ise Özal’ın cenazesinde döktüğü timsah gözyaşları hariç, onu yıpratmak için elinden geleni yapmıştı.
Yüksek bürokrasi ve büyük sermaye işbirliği, Özal döneminde ortaya çıkan arayışları ve reformları durdurmak için, siyasi tarihimizde sıkça gördüğümüz bir yönteme başvurdu. Önce kişisel olarak Özal tasfiye edildi, ardından ‘devletin çivisi çıktı, memleket elden gidiyor’ edebiyatıyla bu tür zamanların bulunmaz aktörlerinden birisini yeniden sahneye sürdü: Süleyman Demirel.
Özal sonrasındaki hamlenin bir de sol ayağa ihtiyaç vardı. Onu da Merhum Erdal İnönü ile tamamladılar. Devletin çivisi çıkmıştı ya hazır, işin bir de Kürt boyutu olmalıydı. Onu da Hikmet Çetin’le tamamladılar.
Demirel-İnönü-Çetin üçlüsünün bize yakın tarihimizin en kanlı dönemini yaşatması ve ardından komutanları ‘tak-şak’ diye yöneten Tansu Çiller darbesiyle Türkiye, Özal’la atılan her adımdan, hatta hayal edilen her şeyden temizlenmiş oldu! ‘ (Star, 18 Ağustos 2014)
Evet. Unutmadan şunu da paylaşayım. Eğer bugünler, kelimenin tam anlamıyla o günlere benzemeseydi, eğer Türkiye’nin uzun çabalar sonucunda elde ettiği demokratik kazanım ve mevzilerin hızla yok olması tehdidi kapımıza dayanmamış olsaydı, Süleyman Demirel’le ilgili yazı yazmam söz konusu bile değildi.
Tehlikeyi görmüyor musunuz?
Ne hatırlatayım size!
Otoyollar üzerinde infaz edilen işadamlarının hikayesini mi? Peş peşe gelen yargısız infazları mı? Bombalarla yok edilen gazete binalarını mı? Ülkenin adım adım kanlı bir savaşın içine çekilmesini mi? Bu kirli savaş üzerinden devlet içindeki onca çetenin semirmesini mi? Oyunun kuralını bozan, hukuku çiğneyen bir devletin mücadele ettiği eşkıyadan farkının kalmadığı günleri hatırlatmamdan niye bu kadar rahatsız olunuyor?
Hocam İlber Ortaylı, Demirel’i yere göğe sığdıramazken, tek hatasının Tansu Çiller olduğunu söylemiş. Tüm bu anlattıklarım Demirel’in orkestra şefliğinde devam ederken, Çiller başka bir ülkenin mi başbakanıydı!
Geri adım yok. Demokrasi ve özgürlükler adına kazandığımız ne varsa, sadece kendimiz için değil, çocuklarımızın geleceği için korumak zorundayız. İşte HDP burada. Ödünç veya değil, bu ülkede yaşayan insanların desteği ile barajı aştılar ve 80 milletvekili ile parlamentoya girdiler. Neyi nasıl yapacağımızı Kürtlerle konuşmayacaksak kiminle konuşacağız? Daha önce biz konuşmadığımız zaman, onlar daima konuşacak birilerini buldular. Bunu da hatırlatmış olayım. Dileyen 1991 parlamentosunda olanlara ve DEP’lilerin başına gelenlere bakabilir tekrar.
O yüzden asla dün dündür, bugün bugün diyenlere itibar etmeyelim. Dün aslında bugündür ve hatta yarındır. Hayallerinden vazgeçmeyip görmesini bilenlere.