Geçen akşam İlim Yayma Cemiyeti'nin yüksek tahsil kız talebe yurtlarının mezuniyet günüydü. Son sınıf öğrencileri, pırıl pırıl, sapasağlam duruşlu kızlardı hepsi de, çok nezih bir gece geçirdik. Her birinin bakışında bin yıldız parlıyordu, geleceğe giden yollarını aydınlatacak... Her birinin gönlü biraz buruktu, yıllar içinde aileleri olmuş bu müşfik çatıdan uçmak vakti gelip çatmıştı işte...
Kız kardeşimle birlikte oturduğumuz masada, Çad'dan Amine, Kırım'dan Ülker, Somali'den İsra da vardı ve ülkemizin dört bir köşesinden gelip, kaderleri İstanbul'da kesişen Anadolu kızları vardı. Onlarla sohbet ederken sanki benim ruhum da anbean gençleşiyordu. Bir prenses edasıyla vakur şekilde oturan Çad'lı Amine'ye Arapça; 'nereden geldiğini' sordum, Türkçe olarak, 'İlim Yayma Yurdu'ndan geldim' dedi, Sağlık Bilimleri okumuş, İş Hastalıkları bölümünde yüksek lisans yapıyormuş. Memleketime dönmek istiyorum, annemi çok özledim, Çad'da sağlık hizmetlerine ihtiyaç büyük dedi... Gürcistan'dan İlahiyat okumaya gelmiş ve artık mezun olan bir kızımız – aynı Laz kızı gibiydi, zekiydi ve yerinde duramıyordu - akarsu gibi çağlayarak konuşuyor, Batumluymuş. Gürcistan'da din eğitimi vermenin zorluklarından söz etti iki dakikada... Ben de bunun üzerine öyleyse burada kal, akademiden yoluna devam edersin deyince; 'yoooo, burayı çok seviyorum, ama ben zaten memleketime hizmet vermek üzere burada İlahiyat okumuştum, orada Hükümet öğretmenlik hakkı vermiyor ama bir dernek kurup, İslami öğretim işleriyle uğraşacağım diyor...
.......................
Tevafuk bu ya, Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in de vefat yıldönümünde gençlerle birlikteydik.
Üstadın gökleri yırtarcasına, sözüyle ve direnciyle temelini attığı bu gençliği, adeta bu mezuniyet gecesinde iftiharla seyrediyorduk.
'Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... Zaman bendedir ve mekân bana emanettir, şuurunda bir gençlik... Kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını parıldatıcı bir gençlik...
Ne büyük zorluklar, baskılar, yasaklar, reddiyeler yaşanmıştı şu geçen yüzyılda! Üstad ve onun etrafındaki gençler, adeta buzdan buzuldan, demirden çelikten o suru, hohlayarak eritmişler, bizlere bir yürüyüş yolu açmışlardı. Yüce Allah'ın rahmeti ve çok sevdiği Peygamber Efendimizin şefaatı, üstadımızın üzerine olsun. Ezanların yasaklandığı, Ayasofya'nın kilitlendiği, başörtüsünün yasak olduğu bir Türkiye'de kim bilir kaç kez hapishanelere düşme bedeliyle, haksızlığa ve tüm bu karanlık baskılara cesaretle karşı çıkmış bu cengaverler olmasaydı, bizler 80'lerde, 90'larda cunta darbelerine nasıl karşı koyabilirdik?
İşte İlim Yayma Cemiyeti de ülkemizdeki hak ve hürriyetler mücadelesinin, çok partili hayata geçişle birlikte kısmen rahat bir nefes almasıyla birlikte, temeli atılmış bir müesseseydi. Mütedeyyin Anadolu insanı için müessese, birçok netameli olan, çok devlet kapısı çalmalı, çok rica minnet etmeli, birçok prosedürü göğüsleyerek güç bela açılabilecek bir yoldu. Ama Allah rahmet eylesin Başbakan Menderes'in de çok partili hayata geçişte sağlayabildiği demokrat havada, 1951'de İlim Yayma Cemiyeti kuruldu. Öğrenci yurtları, öğrencilerin ilmi olarak gelişimi yanı sıra milli manevi değerlerle de donanmış ve vatan sevgisi şuuruyla hayata atılacak genç nesilleri yetiştirmek için bir sıcak çatı olarak düşünülmüştü. Mesleki performans kadar, doğrunun ve haklının yanında, helale haram karıştırmayacak, zalime karşı mazlumun yanında olacak bir gençlik...
İşte geçen gece, İlim Yayma Cemiyeti kızlarının duruşlarında biz bu sağlam duruşu seyrettik. Allaha şükrettik. Allah yöneticilerinden, hocalarından, idarecilerinden razı olsun, içimiz umutla doldu.
İlim Yayma Cemiyeti Genel Sekreteri Av. Sıddık Erarslan konuşmasında, İlim Yayma Cemiyeti'ni Nil Nehri'ne benzetti, 'nasıl ki geçtiği her yere bin bereket saçarak yol alıyorsa Nil Nehri, erkek çocukların soyunu kurutan Firavun'dan korumak üzere kendisine emanet edilen küçük Musa'yı da sırtlanmış bir nehirdir ve gün gelince o Hz.Musa, dünyayı Firavun'a dar edecektir, işte bizim İlim Yayma Cemiyetimiz de Nil nehri gibi, içinde Musa'lar taşıyan, onları yetiştiren, bereketli bir nehirdir dedi.
Kızlarımız, Filistin'deki akranlarını da hatırlattılar bize. Kendileri kadar şanslı olamayan yeryüzündeki diğer kız kardeşlerimiz için de mücadele etmek zorundayız dediler. Bugün tüm dünya gençliği nasıl Gazze için ayaktaysa, bizler de ayaktayız, Kudüs bizim kutsalımız, Gazze bizim özgürlük feryadımız dediler...
Dünya bir değirmen gibi uğultularla dönerken, 20-25 yıl evvel bu heyecanlı, inançlı, hedef sahibi gençlerin yerinde bizler vardık diye düşündüm, müesseseleşmenin içeriğindeki bu nesilden nesile aktarılacak hikayelerin varlığı, gerçekten çok değerliydi. İlim Yayma Cemiyeti, çatısı altında bulunmuş, yetişmiş veya hizmet etmiş ve 1960'ları, 1970'leri, 1980'leri anlatacak kişilerin hikayelerini toplayabilmeli, bu büyük Türkiye tecrübesi, anlatıdan yazıya, hatıradan hafızaya dönüşebilmeli...