Çarşamba günü Viyana’da Medeniyetler İttifakı toplantısı sırasında konuşulanları dinlerken yıllar önce dedemin söylediklerini hatırladım. Zamanın ve yerin koşullarına göre okumuş sayılabilecek, kasaba toptancısından çok yerel bilgeyi andıran dedemin vitrinin dükkanın içini yansıtmaması halinde işe yaramayacağını, olmayan malı satamayacağımızı söylemesi aklıma geldi.
Çünkü Medeniyetler İttifakı bana hep olmayan malı satmak için kurulmuş bir dükkanı hatırlattı. Vitrine önyargı çıkartıldı, eğitime önem verildi ama önyargının neden kaynaklandığı konusuna eğilinmedi. ‘Hıristiyan dünya’ İttifak’ı radikalleşmeye çare olur diye önemsedi, ‘Müslüman dünya’ Batı’nın önyargılarını, ayrımcılığını yüzüne vururum diye sevindi. Türkiye ise kendini rol modeli olarak gördü, gösterdi, dünya siyasetindeki ağırlığını pekiştirdi.
***
Fakat medeniyetler meselesini ortaya çıkartan sorunlar ‘alan dışı’ kaldı. Kuruluş aşamasında fikri sorulan Akil Adamlar radikalizmin neden ortaya çıktığını, önyargıların nereden kaynaklandığını bir raporla tescil etse de, sorunların çözümü başka yerlere bırakıldı. İttifak kendini önyargıların giderilmesine, medyanın dilinin değişmesine, siyasetin söyleminin farklılaşmasına, daha doğrusu vitrinin düzenlemesine adadı.
Ama bunu hem kısıtlı imkanlarla yapmak zorunda kaldı, hem de dünyada herkesin gözleri önünde olan bitenle yarıştı. Bir yanda haksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık hüküm sürerken diğer yandan farklı dinlerden gelenlerin eşitliğine ve kardeşliğine atıfta bulunmak hiç kolay değildi. Filistin sorunundan söz etmeden, Irak’ta olan bitene değinmeden, daha da önemlisi bunlara çare üretmeden söylem değişimi beklemek imkansızı istemekle eş değerdi.
Haksızlık etmeyelim Medeniyetler İttifakı projesi 2005’den bu yana çok şey gerçekleştirdi ama koyduğu hedefe ulaşamadı. Dünya şimdi eskisinden çok daha kırılgan. Artık tek sorun Müslüman-Hıristiyan çatışması da değil. Irak’ta, Suriye’de mezhepler çatışmasına doğru hızla ilerleniyor. Avrupa’nın pek çok yerinde yaşanan krizle birlikte dinle özdeşleşmiş milliyetçi akımlar ortaya çıkıyor.
İttifakın koyduğu hedefe ulaşabilmesi için çözemese bile sorunlarını konuşması gerekiyor. İttifakın eski Portekiz Cumhurbaşkanı Sampaio’nun yerine geçen yeni temsilcisi Katarlı Büyükelçi Al Nasser ile birlikte yeni bir eylem planı benimsemesi şart. Umarız gelecek yıl Endonezya’da altıncısı düzenlenecek olan küresel formunda sorunlar da masaya yatırılır, İttifak belli konularda uluslararası konsensüs yaratım aracına dönüştürülür.
Aksi takdirde gelecek yıl da İspanya Dışişleri Bakanı çekingen çekingen Filistin’den, iki devletli çözümün faziletlerinden söz eder, toplantının mutlu çoğunluğuna gerçekleri hatırlatmanın sorumluluğu ise bir kez daha Türkiye Başbakanı’nın üstüne düşer. Erdoğan yine Güvenlik Konseyi’nin adaletsizliğinden, Suriye’de yaşanan ölümlerden bahseder. Konuşmasıyla yine etkiler ama konuştukları orada kalır, İttifakın eylem planına dökülmez.
***
Bu yıl Avusturya’nın başkentinde olduğu gibi gelecek yıl da belki Bali’de, belki de başka bir yerde Endonezyalılar farklı etnik ve dinsel kökenden gelen insanların çeşitliliğiyle iftihar eder, kendi modellerini, çoğulculuklarını, demokrasilerini dünyaya anlatırlar, ancak dünyayı değiştiremezler, değişimine katkıda bulunamazlar. Endonezya’ya gelecek olan basın ordusu bambaşka konularla uğraşır, toplantının mesajına ve içeriğine yoğunlaşmaz.
Oysa 130 küsur ülkeyi bir araya getiren binlerce sivil toplum örgütü ile ilişki kuran böylesi bir ittifak çok daha etkili kullanılabilir, dünyanın karşı karşıya olduğu dinler, kültürler arasında kırılma yaratan, kırılmaları mezhepsel baza yayan sorunların çözüm yöntemlerinin konuşulduğu bir platforma dönüşebilir. Ya da bütün toplantı bir kez daha mesela Siyonizm konusunda kimin ne dediğine indirgenip kalır...