Literatürde ‘düdük çalıcı’ (whistleblower) diye geçiyor; ‘kimsenin farkına varmadığı bir yanlışlığa işaret eden kişi’ anlamına... Bir yerde —daha çok da devlette— çalışırken bilgisi dahiline girmiş vahim bir yanlışlığı ortaya çıkaracak biçimde davranana deniyor...
Vietnam Savaşı’nın en kritik ânında, Daniel Elsberg adlı RAND araştırma kurumunda çalışan biri, Pentagon’la ortak bir projeden eline geçen belgelerden vatandaşlara yalan bilgiler aktarıldığını öğrenince düdüğü çalmıştı. 1971 yılında...
Şu yakınlarda, Irak’ta görevli Amerikalı asker Bradley Manning ile Avustralyalı gazeteci Julian Assange işbirliği, ABD’nin bir kısmının ebediyyen ‘gizli’ kalacağı düşünülen mahrem belgelerinin yayınını getirdi. Wikileaks olayı...
Edward Snowden ise ismi pek bilinen en son ‘düdük çalıcı’; çalıştığı CIA’den elde ettiği belgeleri hâlâ bir yerlerde yayınlattırıyor...
‘Whistleblower’ olmak bir tür kahramanlık Batı dünyasında; devletler kızıyor, ama perdenin açılmasıyla ortaya saçılan bilgilerden herkes memnun...
O halde, şimdilerde internet sitelerinden gazetelere, oradan CHP grup toplantısına kadar sirayet eden telefon ses kayıtlarını, onlardan oluşan tapeleri sağlayanları da bu sınıfa mı sokacağız? Onlar da mı ‘düdük çalıcı’ sayılacak... ‘Kahraman’ muamelesi mi yapacağız bu insanlara?
Mukayese yapasınız diye bazı tamamlayıcı bilgiler sunayım: Snowden ülkesinden kaçtı, kendisine sığınma hakkı tanıyan tek ülke olan Rusya’da yaşıyor... JulianAssange Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde sığınmacı, bir yere kımıldayamıyor... Daniel Elsberg 1917 tarihli ‘Casusluk Yasası’na aykırı eylem iddiasıyla yargılandı; Nixon Beyaz Sarayı’nın sebep olduğu Watergate Skandalı patlayıp bir grup komplocu tarafından kişilik haklarının ihlâl edildiği ortaya çıkmasaydı, çok ağır bir cezaya çarptırılması kaçınılmazdı...
Adamlara boşuna ‘kahraman’ denilmiyor...
Bizdekilere de diyelim o halde?
Diyelim de, bizdekiler Daniel Elsberg’ten çok Watergate Skandalı’nın patlamasına sebep olan çeteye benziyor... Onlar nasıl ‘haneye tecavüz’ sayılan eylemler gerçekleştirmişse, bizdekiler de aynısını yapmışlar: Başbakanın çalışma ofisini dinleme cihazlarıyla donatmışlar... Başbakan yardımcısını çoluk-çocuğuyla sohbet ortamında dinlemişler... Gazetelere cihazlar yerleştirip konuşmaları kaydemişler...
Watergate bu tür işlerin yapıldığı olaydı; eylemleriyle ‘skandala’ sebep olanlar yargılanıp çok ağır cezalara çarptırıldılar...
Onlara eylem emri veren Nixon başkanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.
Farklı iki durum söz konusu sizin anlayacağınız...
Kahraman veya çeteci, ABD’de bu çeşit olaylara sebep olanlar her zaman bulunuyor... Elsberg bulunmuştu. Manning de öyle... Snowden yakalanacağını anlayınca kaçtı. ‘Watergate’çiler suçüstü yakalanmışlardı; arkalarında kim varsa ortaya çıkarıldı... Bizde ise meraklı kayıtçılar pek ele geçmiyor...
Hatırlar mısınız, bilmem: Şimdi ortalığı toz duman eden telefon kayıtlarının öncüsü, 1998 yılında, bir gazete yöneticisiyle bir bakan arasında yapılan görüşme olarak gündeme düşmüştü. İkili ‘ulan’lı konuşuyor, başbakanı çekiştiriyordu. ‘Gazeteci’ kimlikli olanın derdi patronunun bir işinin halledilmesiydi.
Son bölümü şöyleydi o görüşmenin:
‘Gazeteci’: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti bırakmadı.
Bakan: Benim başbakanım oldu şimdi.
‘Gazeteci’: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj gibi gideceksin, ana avrat iyice bir kavga edeceksin, ondan sonra tekrar iyi adam olacaksın.
Hep merak etmişimdir, acaba ‘röportaj’ ayağıyla giderek mi barıştı diye...
Neyse... O görüşmeyi kimin kaydettiği bulunamadı. Şimdikiler de herhalde bulunamayacak...
Madem bir merakımı paylaştım, birkaçını daha öğrenin: Acaba kaydedilmiş görüşmelerden sakıncalı olanların yayınlanmış olanı mı daha etkilidir, yoksa yayınlanmamış olanı mı? Neden hep belli gazeteler (meselâ Sabah, meselâ Habertürk) ile ilgili kasetler çıkıyor; meselâ Hürriyet meraklı tiplerin ilgisini çekmemiş mi?
Yoksa çekti ve kayıt yapıldı da...
Bu yazının konusu ‘düdük’ idi, daha ileriye gitmeyeyim...