Şöyle suya sabuna dokunmayan bir pazar yazısı yazayım diyorum. Çünkü yazmak, anlatmak gibi bilgi üretimi faaliyetleri, aynı zamanda, insanın kendisini şarj etmesi (doldurması) eylemleridir de. Bunun için ne sizi ne de kendimi doldurayım diyorum şu pazar günü. Gündemden uzaklaşalım...
El Maktum ve Deli Petro
Dubai’den biraz söz etmek istiyorum. Dubai, çok değil elli yıl önce, bir balıkçı kasabasıydı. Basra Körfezi ile Hint Okyanusu’nun birleştiği yerde olması bu balıkçı kasabasının tam şimdilerde kapitalizmin en şaşaalı şehirlerinden biri yapmaya tabii ki yetmezdi. Dubai, El Maktum Ailesi’nin Dubai’yi bir liman kenti olmasının yanı sıra Basra geçişini de sağlayan bir ticari geçiş merkezi olması gerektiğini ellili yılların sonunda görmesi ve bu yönde yatırımlar yapması ile bugünlere gelmiştir. Emir Şeyh Raşid el Maktum, biraz da Rus imparatoru Çar Deli Petro’ya bu yönüyle, benzer. Çünkü Deli Petro 1700’lerin hemen başında St. Petersburg’u aynı amaçla Neva nehri üzerinde ve Baltık kıyısında inşa etmişti. Raşid Maktum’un amacı ile Deli Petro’nun amacı aynı idi: ‘Ben öyle bir şehir inşa edeyim ki, herkes malını buradan geçirsin, buraya uğrasın ve burada ticaretin merkezi kurulsun, para, sanat, şaşaa burada olsun.’ Nitekim böyle de olmuştur, Rusya, batı ile St. Petersburg sayesinde yalnız ticari değil, kültürel bir bağ da kurmuş, batıda rönesansdan beri üretilen ne varsa buraya taşımaya çalışmış ve aynı zamanda kendine özgü bir Rus rönesansını alternatif olarak bu şehirde inşa etmiştir.
Lümpen bir zenginlik
Ancak, Dubai, St Petersburg’un kültürel -alternatif- şaşaasına hiçbir zaman erişemez. Dubai, ne yazık ki, İslam kültürünü taklit etmeye çalışıyor ama bunu görgüsüz bir israf ve zenginlikle yapmaya kalktığı için, hiçbir zaman İslam dünyasının St. Petesburg’u olamayacak, tam da bu yüzden Dubai, lümpen bir zenginliğin şehri tam bugün.
Dubai, aynı zamanda, başta İran olmak üzere, seksenlerden beri, petro-dolarların, kayıt dışı servetlerin el değiştirdiği, üretimden uzak ve İslam’a hiç uymayan bir sermayenin de merkezi. Vali Nasr’ın İslami Sermayenin Yükselişi kitabında, bir arkadaşı yazara Dubai’yi şöyle anlatır: ‘Eğer iyi bir Müslüman olmaya niyetliysen, Dubai’de olduğun için Allah’a şükretmelisin. Dubai’de beş yıldızlı otellerde kalıp beş yıldızlı camilerde namaz kılıyor insan. Dubai, Müslümanlar’ın batı tarzı tüketiciler olmasına izin verdiği gibi, kendilerini dinlerine bağlı hissetmelerini de mümkün kılıyor.’ Ne güzel değil mi? Batı tarzı israf, klimalı camiilerde namaz ve al sana örnek Müslümanlık(!) Suriye’deki iç savaş, açlıktan ölen çoçukların, kan ağlayan Afrika’nın Dubai’nin şaşaalı dünyasında yeri yok. ‘İyi bir Müslüman olmaya niyetliysen’ diye başlıyor, Dubai’yi bir yeryüzü cenneti olarak tarif eden cümle dikkat ederseniz.
Ama ben, ne şimdi ne de şimdiye değin, ne de bundan sonra, Müslüman olmanın, hele İslamiyetin bu olduğunu/olacağını hiç sanmıyorum. Ama böyle olduğunu sanan insanların, Müslümanlar’ın olması da sorun değil, olabilir, nihayetinde bir fırsat bulurlarsa Dubai’ye tatile falan giderler, bu ‘örnek’ Müslümanlığı(!) yaşarlar, bu onların sorunu. Ancak bu, bugün bir ideolojiye, hatta İslam’ın özünü örten, ne yazık ki, O’nu dejenere eden bir politik duruşa dönüşmüş durumda.
İşte bu politik duruşu, bugün BAE’nin ve Dubai zenginliğinin başında olan El Maktum Ailesi tabii ki ortaya koyuyor ve bu duruşun -İslam’ı dejenere eden bu müthiş lümpenizmin- üreticisi bu oligarşi tabii ki doğal olarak. Ancak buradan yayılan bu ideolojik duruş, tabii ki El Mektum Ailesi ve Dubai oligarşisi ile sınırlı değil. Bu, batının, petro-dolarlarla birlikte, yetmişli yıllardan beri üzerinde çalıştığı bir asimilasyon projesi. Suud imparatorluğu ve Maktum ailesi bu projenin en tepesidir.
Tekeller ve İslam...
Dedim ya, sakin pazar yazısı yazacağım, gerilim olmasın, bunun için bu projenin Türkiye ayağında duran yapıyı yazmayacağım. Bu yapının, tıpkı El Maktum Ailesi gibi ABD’li neoconlarla ilişkisini de yazmayacağım. Yine BAE ve Suud oligarşisi Mısır darbesini tezgahlarken ve Mursi’yi deviren cuntaya IMF’nin bile veremediği on milyarlarca doları akıtırken, 17 Aralık operasyonunda BAE ve Suud haber kanallarının Türkiye’de hükümet düşüyor, Erdoğan düşüyor diye neden sevinç çığlıkları attıklarını ve kimlerle ‘paralel’ çalıştıklarını yazmayacağım. Ancak, Mısır’da İhvan üyeleri, çoluk çocuk meydanlarda kurşunlanırken dilsiz şeytan gibi susanlar, Türkiye Mısır’la ilişkisini, bu yüzden bozmasın, hata yapıyor diyenler kimlerdi; bilmiyorum bu sorunun cevabını ne zaman yazmak gerekir?
İslam, hiç şüphesiz ki, sermayenin yoksul çoğunluk aleyhine tekelleşmesinin karşısındadır. Bakara suresinde çok net anlatılan geniş anlamda riba, dar anlamda faiz yasağı bunun en somut delilidir. Çünkü riba, tekelci ve adil olmayan bir ekonominin başlangıcıdır. İslam’da sermaye, toplum ihtiyaçlarına dönük ve toplumun kalkınmasında kullanılır bir araç olması için İslam’ın getirdiği müesseselerle kontrol altına alınır. Bu sebeple denilebilir ki, İslam’da sermayenin gayesi, toplumun refah dengesini temindir. Bu anlamda tekelci sermaye amacı İslam dışıdır.
Bediüzzaman okusak sorun kalmayacak!
Bediüzzaman, Necm suresinin 39. ayetini delil göstererek, bu yoldan kazanılan sermayenin bir tahakküm ve zulüm vasıtası olacağı üzerinde durmuştur. İngiliz Anglikan Kilisesi Baş Papazı’nın “İslam’ın ihtilallere ne nazarda baktığı sualine Bediüzzaman verdiği cevapta, İslam’ın emeği esas aldığını ifade ederek, ‘Sa’y asıl, esastır. Servet-i insaniye zalimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde. Buna dair şahidim: İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır; işte, Necm 39. ayet. Yani, çalıştığının karşılığı hakkındır, tekel olmayacaksın, tekellere hizmet etmeyeceksin... Daha açık ne olabilir?
Ama bir de Bediüzzaman’ın önemle vurguladığı Tevbe suresi 34. ayet var, o da şu; ‘Ey iman edenler! Haberiniz olsun ki, haham ve papazlardan birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altını, gümüşü hazineye tıkıp da onu Allah yolunda sarfetmeyenler ise işte onları acı bir azab ile müjdele...’ ( Elmalılı Hamdi Yazır meali) Tabii şu altın meselesi, hele haham ve papazlarla ortak girilen altın işi, hiç pazar konusu değil, iyi pazarlar...