Bilgisayarda boş Word sayfasındaki imlecin bir kaybolup bir görünmesini dakikalardır takip ediyorum; bir var bir yok...
Gazeteye yazıyı gönderme mühletinin sonuna geldim ama açtığım Word sayfası bomboş; imleç bir var bir yok, takipteyim...
Oysaki yazmak istediğim ne çok şey var ama...
İnsan hem yetim hem öksüz kalınca öyle kalakalıyor, ne düşünmeye, ne konuşamaya ne de yazmaya mecali kalmıyor; imleç bir var bir yok, takipteyim...
Son 1 senede önce yetim sonra da öksüz kaldım; evet, kırkına da gelsen yetim de kalıyorsun öksüz de!
Bir ay önce evde bayılan annemi hastaneye kaldırdığımızda doktor "Beynine pıhtı atmış" dedi. "Bundan sonraki hayatını yatarak geçirmek zorunda, ona göre hazırlığınızı yapın" dedi.
Ömrü boyunca kimseye yük olmayan ve son ana kadar kendi işini kendi yapan annem 15 günlük hastane sürecinin ardından emaneti teslim etti; imleç bir var bir yok, takipteyim...
7 yaşında 4 kardeşiyle birlikte yetim kalan annemin çilesi bununla da kalmıyor, 28 Şubat cuntası 14 yaşındaki üçüncü çocuğunu elinden aldığında evladından ayrı kalmanın acısını da yaşıyor.
10 yıllık hapis hayatımda bir kere olsun sitem etmedi. Hep dua etti...
Anneme "Sen benim dua muhafızımsın" derdim.
28 Şubat cuntası 2000 yılında tutulduğum Bandırma Hapishanesi'ne saldırdığında kalp krizi geçiriyor. Ve ben bunu yıllar sonra cezaevinden çıkınca öğrendim. Geçen sene babamın vefatının ardından şunu yazmıştım: "Hapishanede beraber kaldığım arkadaşlarla yıllar sonra o günleri konuşurken bir arkadaş, "Biz bir şey yaşamadık, esas çileyi ailelerimiz çekti" deyince dondum kaldım. Konuşma, 28 Şubat darbe dönemindeki hukuksuzlukları anlatmak, cuntanın yargı unsurlarının o dönem vermiş olduğu mahkeme kararlarının iptali için başlattığımız kampanyayı duyurmak için televizyon kanallarına çıktığım ve yazılı medyaya mülâkat üstüne mülâkat verdiğim vakitlerde olmuştu. Arkadaşımın "Biz bir şey yaşamadık, esas çileyi ailelerimiz çekti" demesiyle donup kalmamın sebebi, ben cezaevlerinde neler yaşadığımızı medyada anlatırken ailelerimizin dışarıda neler çektiğini yeterince anlatmadığımı fark etmemdi.
Bizler hapishanede kendi dünyamızı kuruyorduk ama dışarıda onların dünyası yıkılıyordu. 28 Şubat darbe ortamında onların sesi olacak ne bir siyasi parti, ne bir medya vardı. Bir iki gazete dışında medya bizlere kapalıydı; haklarını yemeyeyim aleyhimize sonuna kadar açıktı!
Ailelerimiz, yıllarca destek verdikleri siyasi partilerin kapılarından kovuldu. "Bir çocuğa sahip çıkamamışsınız" diye azarlandılar. Cezaevlerinin önünde asker dipçiği yediler, evlerinde polis tacizine uğradılar. Kışın zemheri soğuğunda yazın kavurucu çöl sıcağında hapishane önünde özellikle bekletildiler, ziyaretçi bekleme salonuna alınmadılar."
Annem dışarıda bunları yaşarken, hüznünü perdeleyen mütebessim çehresiyle içerinde bana umut oldu.
Cezaevinden çıktıktan sonra yanında fazla duramamıştım. Cezaevindeki arkadaşlarımın özgürlüğü için Ankara İstanbul arası mekik dokuyordum. Antalya'da bulunan annemin yanına dört beş ayda bir gidebiliyordum. Babamın vefatının ardından, çocuklarımı da alıp yanına yerleştim. Artık onunla birlikte yaşayacaktım. 10 yıllık arayı, hasreti bu şekilde telafi etmeye çalışacaktım ama takdir-i ilâhî...
Tek tesellim, hastaneye kaldırılmadan önce annemin iki ayağının altını öpmem...
İmleç bir var bir yok...
Zihnimde sürekli yankılanan annemin dualarının arasına "28 Şubat'tan içeride yatan paşalara içim yanıyor" diyen öznelerin bet sesleri karışıyor, eûzü besmele çekiyorum, sadece annemin sesi kalıyor!