Karaçay Türklerinden Cabbar Aybaz’la Niyazi Bayçora oturmuşlar 60 küsur yıl önce yaşananları anlatmaktalar. Cabbar Aybaz 104 yaşını devirmiş, Niyazi Bayçora’ysa 86’sında. Avusturya’nın Ober Drauburg mülteci kampından kurtularak yaşama tırnaklarını geçirip tutunabilen bir avuç Çerkes’den geri kalanlar...
“Komünizmin gelmesiyle ele avuçta kalan herşeyi yitirdik” diyor koca bir yüz yılı geride bırakan Cabbar Aybaz. Derken bölgelerinden 350 kilometre ötede, çorak bir araziye götürülmüşler: “Biz 9 kardeştik; en küçükleri de ben. Sabahın köründe asker bizi süngülerinin önüne katıp uzak bir yere götürdü... Camileri yakıp, hocaları öldürdüler önce. Namaz kılmak zaten yasaktı. İçimizdeki yoksulları casus olarak kullanıyorlardı. Yıllarca hapis yattıktan sonra, birçok Karaçaylı Sibirya’nın değişik yörelerine sürgüne yollandı.”
Niyazi Bayçora’ysa Ober Drauburk’dan kaçarak hayatta kalanlardan biri: “Almanlar savaşın buralara sıçramasıyla Rusya’yı işgale başladı. Stalin oldu olası bizden, özellikle Müslüman Çerkes milletinden nefret ederdi. Ona, Komünist Partisi’ne boyun eğmediğimiz, dinimizden vazgeçmediğimiz için. Gün geldi, Ocak 1943’de çoluk çocuk arabalara bindik, Ukrayna’nın yolunu tutuk. Alman ordusu yolumuzu kesti; istesek de istemesek de Almanlara katılmak zorunda kaldık... Savaş Almanların aleyhine dönünce onlarla birlikte Balkanlara değin çekildik. Şu talihe bakın ki zorla Rus ordusunda er, Alman ordusunda çavuş olarak askerlik yaptım.”
***
Savaştan sonra Karaçaylıları müttefikler toplantılara çağırır. İlk toplantılara gidenler hemen Ruslara teslim edilir İngilizlerce. Bunların öldürüldüğünü görenler dağlara kaçar. Sayıları 40 bin kadardır. Açlıktan, hastalık ve soğuktan geri kalan 2 bin Karaçaylı, nice zorluktan sonra 1948 yılında İtalya üzerinden Türkiye’ye ulaşabilir. Kimi İstanbul’a kimi Eskişehir’e yerleşir; akrabaları kucak açar. Derken, 1950 seçimleri sonrasında Türk Hükümeti Polatlı’da yer gösterir, toprakla bir miktar para verir her aileye. Bunlar talihin yüzlerine gülümsediği insanlardır. Ama ya diğerleri?
Alp Dağlarının yamaçlarından akan Drau Irmağı kıyısında kurulan 8 bin kişilik mülteci kampını mı sordunuz? Karaçaylılar, Adigeler, Malkarlar... Hep bir aradadırlar. Tam bu sırada Yalta’da yapılan toplantıda Stalin, ABD’yle İngiltere’ye, barışta olmazsa olmaz koşullarından biri ollarak bütün Çerkes milletinin teslim edilmesini ister.
Drau’da olanları çiftçi Martin Nagale anlatsın da dinleyin hele: “Bütün Kuzey Kafkasyalılar Türkiye’ye gitmek istediklerini söylediler Stalin’e teslim edilmektense ama 28 Mayıs 1945’te Türkiye’nin bu işe karışmak istemediği bilgisi geldi. Kimi, Çerkes, çaresiz, kamp dışında bekleyen Kızıl Orduya teslim oldu, o saat kurşuna dizildi. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırken her yeri gözyaşlarıyla yıkıyorlardı. Bu yalvarmaların sağır kulaklara düştüğünü kavrayan bir kadın önce oğlunu Drau Irmağının sularına attı ardından da kendini. Bunu gören diğer kadınlar da bebeleriyle birlikte nehrin dondurucu sularına bıraktılar kanı çekilmiş bedenlerini çaresizce.”
Maria Tifling’de bir başka görgü tanığı:“Aileler, çoluk çocuk, genç, yaşlı nehre atıyorlardı kendilerini. Anne bir yavrusunu sırtına bindirmişti; diğer iki yavrusunuysa ellerinden tutuyordu. En küçük çocuk babasının kucağındaydı. Hepsi de korkunç çığlıklar arasında Drau’nun sularına gömüldüler!”
“Eğer gerçekten damarlarınızda Çerkes kanı akıyorsa,yaşananlar geride kaldı dememeli, yeni kuşaklara bunları anlatmalıyız; kendi kültürümüzü ve başımızdan geçenleri unutturmamalıyız” diyor ve elinin tersiyle gözlerinden akan yaşları silip, gözlerini toprağa çeviriyor ve Fatiha okuyor katledilen milyonlarca Çerkes’in ruhuna, koca Niyazi Bayçora... Hadi siz de katılın ona ne olur!
(Meraklısına not: Mahmet Aktul Galipbey'e, Kafkasevi'ne teşekkürler, saygılar)