Winston Churchill’in sözüyle başlayalım. ‘Kötümser her fırsatta zorluk görür. İyimser, her zorlukta fırsat görür.’
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) üzerinden başlayan tartışmalar, örgütün Türkiye’yi hedef alan eylemi ve bölgedeki dengelerin alt üst olmuş görüntüsü, bu sözü hatırlattı bana.
Yeni yüzyıla büyük sıkıntılarla giren, ama hızla bir bölge gücü olarak sahneye çıkan Türkiye’nin, bu süreci nasıl yöneteceği küresel ölçekte pek çok çatışmanın da galibini etkileyecek.
Ankara, uzun zaman pek çok bölgesel ve küresel güç eliyle kendisine yöneltilen terör ve Kürt sorunu kartını, beklenmedik hamlelerle lehine çevirmeyi başardı. Elbette daha atılması gereken çok adım var. Hatta bunların bir bölümünü henüz kıramadığımız statüko, özellikle de bürokratik oligarşinin kendisini yeniden üretme kabiliyeti yüzünden atamıyoruz. Ama kesin olan şu; Türkiye bu dayatmayı ve hamleyi kendi lehine çevirebilmenin avantajlarını her geçen gün daha fazla elde ediyor.
Tekrar IŞİD gündemine dönersek, sadece bizim değil, bölgemizdeki ve dünyadaki pek çok güç merkezinin yakın gelecekle ilgili bazı öngörülerini hızla gözden geçirmesi gerekiyor. IŞİD’in çıkışını ve elde ettiği gücü sadece uluslararası sistem, karanlık güçler ve örgütün ideolojik yapısına taban tabana zıt yaklaşımlarla açıklamaya çalışanlar, biraz daha soğukkanlı olup bazı gerçekleri yeniden ele almalı.
***
Özellikle bizim bölgemizde ortaya çıkan bazı yapıların/örgütlerin kazandığı etkinlik her nedense yeterince ilgi görmüyor. Temel bir saplantı hepimizi yanıltıyor. Sözgelimi devlet dediğimiz zaman dört başı mamur ve bu alandaki teorilere uygun yapılar arıyor zihnimiz. O nedenle de mesela Taliban’ı anlayamıyoruz. Kuzey Irak’taki yapıyı hala bir aşiretin büyümesi gibi görüyoruz. Lübnan Hizbullah’ı üzerine bildiklerimiz ise herhalde facia diye tanımlanabilir!
Uzun zamandır, hızla yükselen ‘devletimsi’ yapılar üzerine kafa yoruyorum. Bunların az önce ifade ettiğim gibi klasik devlet teorilerine uymayan yapıları, örgütlenmeleri hemen herkesi farklı arayışlara sürüklüyor. Bu yapıların neye karşılık geldiğini ve nasıl bir gelecek kurgusuna karşılık geldiğini anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. Yakın geçmişten kısa bir alıntı yapmak istiyorum:
‘Farklı etnik yapılar, mezhepler, cemaatler ve dinler, bir o kadar farklı talebi ve ‘kendisine ait olanı isteme’ hakkını beraberinde getiriyor. Düne kadar değişim, iktidarı birinin terkedip ötekinin elde etmesinden ibaretti. Oysa bugün kimin iktidardan gideceği açık; ama kimlerin, hangi uzlaşmaları sağlayarak iktidara ortak olacakları son derece karmaşık. Kuzey Irak ya da Lübnan Hizbullah’ı örnekleri, devletlerin yerine pekala ‘devletimsi’ yapıların da yaşayabileceğini göstermişken, ‘birlik ve bütünlük’ içinde yeni iktidarlar beklemek kolay değil.’ (Star, 16 Nisan 2012)
Türkiye sadece IŞİD’i değil, bu yönde gelişen tüm hareketleri, çıkışları ve yapıları daha fazla ciddiye almalı. Bu konunun sıcak boyutu, Irak petrolleri, Türkiye’nin Irak politikasındaki ittifakları, Suriye politikasını gözden geçirmesinin giderek daha fazla aciliyet kazanması gibi başlıklar altında okunabilir. IŞİD’in hareketliliği bunların herbirine dair ipuçları taşıyor. En önemlisi, Türkiye’nin bölgedeki Sünni Arap dinamiğini doğru ve serinkanlı bir yaklaşımla değerlendirmesi ve özellikle Irak denkleminde yok sayılmasına engel olması.
Ancak hepsinden önemlisi, devletimsi yapıların geleceği üzerine düşünmek. Daha ne kadar belaya uğramak gerekiyor ki bunun için?