18 Aralık 2010’da Tunus’un Sidi Bouzid kentinde sokak satıcısı Mohamed Bouazzi’nin kolluk güçlerinin aşağılamasına dayanamayarak kendisini yakmasıyla tetiklenen ve bir kaç hafta sonra Marc Lynch’in Foreign Policy’de yayınlanan makalesiyle “bahar” unvanını alan “ayaklanma” çok geçmeden bütün Arap coğrafyasını sardı, Cibuti’den Fas’a, Yemen’den Libya’ya tüm bölgeyi etkiledi.
Bazı ülkeler göstermelik tedbirler, rejim değişiklikleri, kaynak aktarımı veya saray darbeleriyle bölge ve hatta dünya siyasetinin fay hatlarını harekete geçiren bu sismik sarsıntıdan daha az etkilenerek çıkarken, Libya ve Suriye farklı biçimlerde ama köklü bir şekilde etkilendi. Libya’da devlet çöktü, Suriye’de ise acıları kolay kolay unutulmayacak bir insani trajedinin yaşanmasına neden oldu.
***
BM tahminlerine göre Mart 2011’den 15 Ocak 2015’e kadar Suriye’de 220 bin kişi hayatını kaybetti. Muhaliflere göre 60 bin 716 kişi siyasi nedenlerle gözaltında ya da tutuklu, 2420 kişi kayıp, rejim güçlerinin de en az 17 bin 816 kaybı var. 3.9 milyon kişi komşu ülkelere iltica etti. 7.6 milyon Suriyeli de ülkelerinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Yaşanan yıkımın toplam maliyetiyse 202 milyar doları aşmış durumda.
Suriye krizi Türkiye’yi de etkiledi. AFAD’ın web sayfasında 1.7 milyon Suriyeli’nin ülkede misafir edildiği, bunlardan 250 bininin 10 ilde kurulmuş 25 barınma merkezinde gerçekleştiği, sığınmacıların maliyetinin 5.2 milyar dolar, gelen toplam uluslararası yardımınsa 300 milyon dolar olduğunu belirtilmiş. Suriye ile yaşanan ticaret kaybı, oradaki yatırımların maliyeti de hiç hafife alınacak gibi değil.
Ancak asıl sorun güvenlik. Her ne kadar Türkiye pek çok kez savaş uçurumunun eşiğinden dönmeyi başarmışsa da, bundan sonra aynı sağduyuyu gösterebileceğinin, göstermiş olsa bile savaş dışı kalabileceğinin garantisi yok. Bir uçağımızın daha hedef alınması ya da IŞİD’in Türkiye’yi hedef alan bir eylem daha gerçekleştirmesi, kendi kırılganlıklarımızın müsait zemin yarattığı bir anda bizi Suriye sorununun içine çekebilir.
Ayrıca Suriye krizinin sürmesi Türkiye’nin müttefikleriyle son zamanlarda zaten sorunlu olan ilişkilerinin daha da sorunlu hale gelmesine yol açmakta. Mesela, İngiltere’deki evlerinden kaçıp IŞİD’e katılan gençlerin Türkiye’yi transit ülke olarak kullanması, Avrupa ve Amerika medyasının (haklı veya haksız) eleştiri oklarını Ankara’ya yöneltmekte.
Bu yüzden krizin insani ve muhtemel siyasi maliyetini göz önüne alarak Türkiye’nin sorunun çözümünün makul yöntemlerine odaklanması gerekiyor. Obama Yönetimi’nin önceliği hiç bir şekilde Suriye rejiminin devrilmesi değil. Suriye konusunda Türkiye’ye yakın duran Fransa dahi kaynaklarını ve imkanlarını IŞİD tehdidine karşı kullanmaktan yana.
Görünen o ki IŞİD fikri ve fiziki varlığını koruduğu sürece yaşanan hiç bir insani trajedi Esad’ın yerinden edilmesini ve adaletin böylece tesis edilmesini öngören bir stratejinin benimsenmesine yol açmayacak. Unutmayalım ki kimyasal silahların kullanılması da dahil atlatılan hiç bir badire Esad karşıtı kararlı tavır alınmasına neden olmadı. Çözüm olacaksa Esad’la ancak Esad’ın merkezi yetkisinin kısıtlanmasıyla olacak.
Türkiye’de eğitilecek ve sayıları ancak yıllar içinde artacak muhalif ve muharip güçlerin var olan dengeyi kolay kolay değiştirmeyeceğini, Irak’ta nüfusu her geçen gün artan İran’ın Suriye’den kolay kolay vazgeçmeyeceğini düşünürsek, en makul çözüm muhalefet ile Baas rejiminin yan yana yaşayabileceği, Kürtlerin ve Türkmenlerin otonomilerinin sağlanacağı bir konfederal yapının kurulmasıdır.
***
Aksi takdirde çekilen acıların daha da büyümesi, savaşın bölgesel nitelik kazanması kaçınılmazdır. Suriye krizi yokken de bir arada durmakta zorlanan Lübnan’ı bir arada tutmak imkansız hale gelecektir. IŞİD ve El Nusra gibi örgütlerin İsrail başta olmak üzere bölge içi ve dışı aktörler tarafından araçsallaştırılmasını önlemek, mezhepsel fay hatlarında daha büyük çatlakların oluşmasını engellemek çok daha zorlaşacaktır.
Evet, Esad gitmeden, Suriye Baas zulmünden kurtulmadan adaletin sağlanamayacağını söyleyenler haklıdır. İdeal bir dünyada Esad ve yakın çevresi, hatta savaş suçu işlediği iddia edilen silahlı muhalif gruplar ve tabii ki IŞİD mensupları Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalıdır. Ama ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz ve daha fazla acı çekilmemesi için yaşadığımız dünyanın şartlarına uygun çözümler üretmek zorundayız...