İnsanlar halletmeleri gereken bir işi bitirince genellikle bundan bir ferahlık duyarlar. Psikolojik bir rahatlama...
Ancak herhangi bir işin bitirilmesi kadar ne zaman bitirildiği de önem taşır.
Yılbaşı tebrîkini Mart sonu yollamanın bir anlamı yokdur.
Lâkin biz Türkler işleri sürüncemede bırakmayı fazlaca seviyoruz anlaşılan. Bakınız kaç yıldır yeni bir anayasa hazırlayıp yürürlüğe sokmanın şart olduğunu artık ben sâhiden unutdum. Siz deyin 34 yıl; ben diyeyim evveliyâtıyla berâber 44 yıl...
Tamam, eskisinde oflaya poflaya bilmemkaç değişiklik yapdık ama bu yine de yeni bir anayasa demek değildir.
Öyle olsa 20 Nisan 1924 Anayasası’nın, hattâ 1876 Qânûn-u Esâsîsi’nin ne
kabahati vardı?
Belki artık hatırlanılmıyordur; acabâ buna İkinci Cumhûriyet desek mi yoksa dersek Yüce Atamızın asîl rûhunu rencîde eder miyiz lafazanlığı bile en az üç sene sürmüşdü ve aslında kimse pek farkında değildi ki Yüce Atamızın Rûhu gerçekde bu tür hiç iş görmeyip de zevzekliklerinden rencîde oluyordu!
Tabii o vakte kadar sabrı tükenerek “Ne halt ederseniz edin!” diye daha uzaklarda bir yere çekilmedi ise...
Kaldı ki o bahsedilen de zâten “İkinci” değil “Üçüncü” Cumhûriyet idi!
İşte dökümü:
- 23 Nisan 1920-27 Mayıs 1960 arası BİRİNCİ CUMHÛRİYET,
- 09 Temmuz 1961 Anayasası ile başlayıp 12 Eylül 1980 Alçaklığı’na kadar süren İKİNCİ CUMHÛRİYET,
- 07 Aralık 1982 Anayasası ile başlayıp hâlen devâm eden ÜÇÜNCÜ CUMHÛRİYET...
Öte yandan bu anayasanın da artık ihtiyaçlarımıza kâfî gelmediği senelerdir yazılıp çiziliyor.
Bana sorarsanız bu metin daha kabûl edildiği, daha doğrusu dayatıldığı ilk günden beri milletimizin ihtiyaçlarına kâfî gelmiyordu.
Hattâ o bir yana, daha ilk günden milletimizin ihtiyaçlarına ters düşen, ayakbağı olan, belki de öyle olması tasarlanmış bir metindi.
Ben bu sözü pek sevmem ama 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren alçaklar benim nazarımda VATAN HÂİNİ ahlâksızlardır!
Demokratik yoklardan iktidâra gelmiş meşrû bir hükûmeti silah zoruyla devirip daraçları kurmak vatana ihânetdir!!!
Şimdi artık bu lekeyi temizlemenin zamânı kesin olarak gelmişdir.
Gönül ister ki bu leke nihâyet; ipe un serilmeksizin, yorgun yokuşa sürülmeksizin ve Müslümana eziyet edilmeksizin temizlensin!
Bunun için öyle yüzlerce maddelik uzun bir metne de gerek yokdur.
Temel ilkeleri özlü cümlelerle ifâde eden 30/40 maddelik bir metin yeterlidir.
Anayasa metinleri içine bir alay teferruat doldurursanız ileride başınıza belâ olurlar, zîrâ anayasa metinelerinde değişiklik, bilinçli olarak konulan (üçde iki vs. çoğunluk gibi) bâzı engeller dolayısıyla çok zordur. Her önüne gelen kurcalayamasın diye böyle yapılır.
O bakımdan seçim yöntemi, idârî yapı gibi meselelere anayasa metinlerinde dokunulmaması çok yararlıdır.
Hazır açılmışken:
Kanaatimce seçim sistemimiz de dar bölge ve her bölgeden tek parlamenter usûlüyle yeniden düzenlense bize daha uygun olur.
Buna göre ülke, seçmen sayıları aşağı yukarı benzer 400/450 yâhut kaç kişi isteniyorsa o kadar seçim bölgesine ayrılır ve oradan ilk turda %50 ≠≠≠≠artı 1 oyu alan seçilmiş olur. Kimse bu seviyeyi tutturamaz ise ikinci tur, ilk turda en çok oyu almış bulunan iki aday arasında cereyân eder ve biri kazanır.
Böylece şu bizim karakterimize ve kültürümüze hiç uymayan koalisyonlar vıdı-vıdısından da kurtulmuş oluruz.
İdârî yapılanma konusunda söyleyebileceğim bir iki söz var ama bugünlük fazla uzatmayalım.
Var mısınız Dördüncü Cumhûriyet’e?