Dolar iki TL’yi aştığı günden bu yana etraf “doların beli nasıl kırılır?” tartışmasından geçilmiyor.
Çok önemli bir tartışma bu, bu nedenden konuyu suhuletle, aşama aşama ele alalım.
1-Dolar kurunun yükselmesi, düşmesi bir piyasa işidir, çok kısa vadede değil ama zaten orta ve uzun vadede de merkez bankaları marifetiyle müdahale de çok mümkün değildir.
2-Dolar kuru piyasa konusudur ama kurun yükselmesi yani sizin bastığınız paranın yabancı paralar karşısında değer yitirmesi kötü bir şeydir, en azından dolar bazında milli geliriniz, kişi başına geliriniz düşer.
3-Dolar kurunun yükselmesinden en çok ihracatçılar memnun ama bu pozisyon da doğru bir pozisyon değildir zira çağımızda artık ihracat artışı kurdan başka değişkenlere çok daha duyarlı hale gelmiştir ama ihracatçılarımız bunları duymak istememektedirler.
4-Merkez Bankası’nın (MB) dolar üzerinde etkisi ancak kısa vade ile sınırlıdır, orta ve uzun vadede yok mertebesindedir, orta ve uzun vadelerde dolar kurunu dolar arz ve talebi belirler, bu arz ve talep koşulları üzerinde de MB’nın etkisi çok ama çok sınırlıdır.
5-Futbolden örnek verelim: Orta ve uzun vadede MB sahada gol atamaz, sadece sahanın iyi futbol oynamaya daha uygun hale gelmesine katkısı olur, bu da fiyat istikrarıdır, MB’den çok kısa vade dışında fiyat istikrarından başka şey beklenmemelidir, bu görüş çok klasik ve muhafazakar bir görüş olarak değerlendirilebilir ama çoğu klasik görüş gibi doğrudur.
6-İki numarada belirttiğim gibi dolar kurunun yükselmesi kötüdür ve yegane sürdürülebilir çaresi dolar arzının arttırılmasıdır.
7-Dolar arzının arttırılmasının da, Türkiye gibi, yani bir birim ihracat artışı için yüksek oranlarda ithalat, mesela enerji, gerektiren ülkelerde ihracat üzerinden gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir.
8-Dolar arzının sürdürülebilir yüksekliği sermaye hareketlerinin ülkemize yöneliminden geçmektedir.
9-Unutmayalım, Türkiye küçük bir ekonomidir, milli gelirinin küresel katma değer üretimi içinde payı yüzde birin ancak biraz üzerindedir, bu küçük ekonomi gerçeği aslında paradoksal olarak işimize yarayabilir, ekonominin sürdürülebilir büyümesi için gerekli dış kaynak da o ölçüde küçüktür, küresel yatırılabilir fonlar arzı içinde payı düşüktür, bu miktar dış kaynak “DOĞRU POLİTİKALARLA” çok kolay ülkemize çekilebilir.
10-Önemli olan küresel tasarruf havuzundan daha fazla kaynak çekmek için gerekli “DOĞRU POLİTİKANIN” ne olduğunu iyi görmektir.
11- “DOGRU POLİTİKA” ülkenin yatırım ortamını iyileştirmektir.
12-Türkiye’nin senede elli milyar doların üzerinde doğrudan yabancı sermaye yatırımı (FDI) çekebilmesi oransal olarak baktığınızda işten bile değildir.
13-Önemli olan ülkenin gerekli hukuk reformlarını, yapısal reformlarını bir an önce yapabilmesidir.
14-ABD’de son otuz senede üniversitelerde önemli bir disiplin haline gelen “hukuk-ekonomi” ilişkisi “Constitutional environments and economic growth”, “The role of law and economic development; law-growth” gibi konular ülkemizde yeterince ciddiye alınmamaktadır.
15-Mevcut yargı düzeni, zihniyeti ve ideolojisiyle Türkiye’nin orta ve uzun vadede daha fazla küresel kaynak çekerek doların gerçekten belini kırması, büyümeyi hızlandırması mümkün değildir.
16-Etkin bir yargı desteği olmadan dış kaynak çekemeyiz, doların da belini kalıcı olarak kıramayız.
17-AİHM’de insan hakları ihlalleri sayısında birinci ülkeye dış kaynak kalıcı olarak gelemez, bunu iyi görelim.
18-AİHM’de insan hakları ihlallerinde birinci olmamızın temel sorumlusu, yürütmeden, yasamadan önce yargıdır, yargının elinde bu ihlalleri sıfır mertebesine indirebilecek enstrümanlar vardır, KULLANMAMAKTADIRLAR, unutmayalım, AİHM’in önüne gelen ağırlıklı olarak kanunlar değil, yürütmenin tasarrufları değil, yargı kararlarıdır, Anayasa’nın 90. Maddesi son paragrafını görmezden gelen bir yargı yargı bile değildir.
19-Ekonomik büyümenin temel girdisi hukuk olmaktadır.
20-Ne kadar evrensel hukuk o kadar dış kaynak, o kadar büyüme, o kadar düşük dolar kuru, o kadar kişi başına yüksek gelir, yani o kadar köfte.