Batı'da modernleşme ile beraber önce doğum kontrolü gündeme geldi. Malthus teorisine göre nüfus geometrik artarken, yiyecek aritmetik artıyordu. Yani nüfus hızla artış gösterirken besin çok az oranda buna eşlik ediyordu. Buna göre ilerde büyük kıtlıklar yaşanacaktı. Bunun için nüfus azaltılmalıydı. Nitekim Avrupa toplumları yıllarca Aile Planlamasını uyguladılar. Kürtaj en başta gelen yöntemdi. Ancak 1970'lerde bu defa fazla nüfusa ihtiyaç duydular. Çünkü Avrupa nüfusu azaldı. Bunun için de bu defa aile planlamasını nüfusu çoğaltma şeklinde uygulamaya yöneldiler. Bunun için doğuranlara çocuk sayısına göre parlar, yardımlar ve teşvikler sağladılar. Fakat atı alan Üsküdar'ı geçmişti! Kimse doğurmak istemiyordu. Kapitalist iş hayatının yeni istihdam düzeni ve kapitalist kültürün birey tahayyülü anne ve baba olmayı, doğurmayı gözden düşürmüştü.
Avrupa'nın aile mühendisliği çözüm olmayınca doğal bir gelişme oldu. Göçmenler Avrupa'yı sardı. Araplar, Türkler, Uzak Doğulular. Özellikle bir de SCSS çökünce Doğu Avrupa'nın genç nüfusu da devreye girdi. Göçmenler, Avrupa'nın nüfus ihtiyacını karşılamaya başladı. İngiltere, ülkesinde doğan ve yedi sene doğan çocuğu British( İngiliz vatandaşı) görüyor. 3. Kuşak göçmenler epeyce uyum sağladılar. Çalışma, gündelik yaşam ve siyasal düzene uyum düzeyi yükseldi. Ancak Avrupa'da tarihte çok farklı din, dil ve milletlerle beraber yaşama tecrübesi yoktu. Katoliklik, modern zamanlara kadar tek kültür ve tek inançtı. Ancak Avrupa bunu epeyce aştı. Şimdi nüfus sorunu yok artık.
Dünya nüfus sosyolojisine bakmakta fayda var. Türkler, tarihte birçok coğrafyada yaşamış bir toplum. Türkistan, Balkanlar, Ortadoğu, Anadolu... Bu olgu göçerek hayatını ve toplumunu kurmak kadar, başka toplumlarla yaşam yetenek ve tecrübesini anlatıyor. Hatta birinci dünya savaşında 11 milyon civarında olan nüfusumuz az görülüyor. ABD'de bile nüfus getirme tartışması yapılıyor. Ulus devletler, topluma salt ulusu temel alarak bakıyor. Her şeyin geleceği üzerine bu bağlamda projeksiyonda bulunuyorlar. Nüfus için de öyle.
Şimdi Türkiye'de doğurganlık oranı düştü. Sosyolojik realitede kadın ve erkek istihdamının modern biçimi, kariyer ve gelecek için çocuğun önemini kaybetmesi sürecini yaşıyoruz. Burada geleneksel, yoksul ve eğitim düzeyi düşük kalmış Kürtler, Romanlar ve yeni göçmenler etkili olacak. Onlar zaten en çok doğuranlar, şimdi para alarak daha rahat hareket edecekler!
Suriyeli göçmenler başta olmak üzere Türkistan'da gelen göçmenler de Türkiye nüfusunu beslemeye devam edecek. Bizim kadınlar yerine onların kadınları doğuracak. Tarihte her zaman "kendiliğinden denge" vardır. Buna Müslümanlar da takdiri ilahi der.
Kendiliğinden dengeyi modernlik anlayamaz. O her şeyi önceden planlamak ve projelendirmek ister. Bu nedenle sosyolog Albrow, modernite projedir der. Modernleşme ile beraber mühendislik sadece barajları, yolları, kentlerin alt yapısını, fabrikaları vs projelendirmiyor. Aynı zaman da aileyi de projelendiriyor. Buna aile mühendisliği diyorum. Aileyi mühendisin fabrika ve barajı projelendirmesi gibi dizayn ediyor.
Aileyi projelendirmek ne kadar doğru?
Elbette aile üzerine düşüneceğiz. Nereye gittiği konusunda endişeler duyacağız. Bu konuda çeşitli çözümlerimiz de olmalı. Ancak bu çözüm şematik, teknik, deterministik ve mühendislik çerçevesinde olursa yol almamız zor. Çünkü aile ne baraja benzer ne de fabrikaya. Aile üremesi, fabrika üretimine hiç benzemez.
Yeryüzünde zaten çok fazla nüfus var! Türkiye de Anadolu ilk defa bu kadar nüfusa erişti. Bundan dolayı endişeye mahal yok! Önemli olan Türkiye'nin huzur, adalet, refah ve mutluluk adası olması. Kültürümüze en yakın olan göçmenlerin toplumla entegrasyonu sağlayabilecek akıl ve süreçler devrede olsun.