Erdoğan, Türkiye'de doğurganlığın trajik düşüşünü tehdit edici buldu. "Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altındayız. Bu, açık söylüyorum Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir, bir felakettir". TÜİK'in yeni yayınladığı araştırma verileri üzerine bu konuşma yapıldı. Araştırma, doğurganlık açısından çok önemli bulgular ortaya koyuyor.
2001'de 2.38 olan doğurganlık oranı, 2023'te 1.51'e düşmüş durumda. Verilere göre 2014 yılında çok keskin ve çarpıcı bir düşüş var. Neden acaba bu yıldan itibaren bu düşüş ortaya çıktı? AK Parti iktidarı boyunca hep bir düşüş yaşanıyor. Oysa Erdoğan sürekli en az üç çocuk üzerinde durdu. Hatta bu konuda çok eleştiriler de aldı. Fakat sorun daha yapısal. Küresel kültürün emperyalist, nihilist, egoist niteliğiyle de yakından ilgili.
Araştırma verilerine göre evlilik yaşı 29'a yaklaşıyor. Yani geç evlilik yaygınlaşıyor. Evlilik cazibesini kaybediyor. Eğitim ve iş sahibi olmanın uzun zaman alması ve partner yaşamın yaygınlaşması ile yakından ilgili.
Türkiye'de toplum hızla kalkınma sürecini yaşayınca, kadının çalışma hayatına daha fazla katılmasını da beraberinde getiriyor. Kalkınma olgusu aileler ve insanlar için zenginliği ve mevki sahibi olmayı öne çıkarıyor. Araba ve yazlık almak, tatile çıkmak, daha fazla verimlilikle terfiler almak... Yani kariyer ve dünyayı yaşamak insana daha fazla cazip gelmeye başlıyor. Bir açıdan buna gündelik hayatın sekülerleşmesi de diyebiliriz.
Anne olmak ve doğurmak evlenen kadınlar için tamamen ikincil ve hatta ayak bağı haline dönüyor. Dünyayı yaşamak (bunu kendi hayatını yaşamak diye ifade ediyoruz), yani dünyayı kapitalist iş hayatı ve yeni tüketim kültürüne göre geçirmek önemli hale geliyor. Doğurganlık da burada yine önemli bir ayak bağı oluyor. Kadını iş hayatından uzaklaştırıyor, çocuk ve kariyer arasında gerginlikler yaşanıyor, ailenin artı ürününde çocuğa pay vermek artık yük olarak algılanıyor.
Popüler kültür, feminizm ve kendini yaşama gibi aşırılaşan bireysellik doğurganlık algısını yerle bir ediyor. Kadın için evlilik, doğurmak ve anne olmaktan çıkıyor. Anne, gözden düşen bir statü. İstendiği zaman evli olma statüsünü değiştirmeyi de engeller (boşanmak gibi). Bireyin egoizmle dibini bulduğu atmosferde "kendini bulmak" ve "kendin olmak" epeyce dünya arzularıyla üst perdeden yaşamayı imgeler. Erkek ve kadın farkı olmaksızın bu bilinç oluşuyor. Hayat beklentileri epeyce bireysel. Bu nedenle evlilik de zorlaşıyor. Çünkü evlilik bireysel ve bireysel olanı aşanı beraber yaşamayı gerektirir.
Doğurganlık, anneliğin düşüşü kadar çocuğun da düşüşünü anlatır. Çocuk sahibi olmak gözden düşüyor. Araba, ev, yazlık sahibi olmak daha önemli. Hatta kedi ve köpek sahibi olmak bile çocuk sahibi olmaktan daha fazla tercih edilir hale geliyor. Kedi ve köpek muhabbetinin epeyce farklı biçimde tezahür etmesi de boşuna değil. Kedi ve köpek, kolayca kendisinden kurtulunacak bir varlık. "Hayvan kölen" veya "hayvan oyuncağın" olarak çoğunlukla bireyselliğine hizmet eder. Onların iradesi ve bireyselliği yok. Sahibin bireyselliğine rakip değil. Ondan bireyselliğini aşarak fazla fedakârlık istemez. Sevgi ilişkisi epeyce egoist. Oysa çocuk böyle mi? Sıkıntısı da büyük, sevinci de. Bireyselliğini aşarak başka bireysele katılmayı talep eder. Anne ve baba olma, insanın bireyselliklerinin üstüne çıkma pratiğidir.
Bütün bu bireysellik tarzı, annelik ve babalığı gözden düşüren, çocuk sahibi olmaktan uzaklaştıran değerler, anlamlar ve pratikler büyük ölçüde Batı medeniyeti ile ilgili. Ne Türkler ne de Müslümanlar bu yaklaşımları, ideolojileri, değerleri ve anlamları üretti. Bu nedenle yıkımları da büyük oluyor.