Doğu - Güneydoğu’ya satılan HDP ile Batı’ya satılan HDP aynı değil. Hatta Batı’ya satılan HDP’nin bile satış yapılan mahallelere göre farklılaşması söz konusu.
HDP, Doğu - Güneydoğu’da Kürt milliyetçiliği satıyor. Öyle bir pazar oluşturdu. Ancak bu pazarda bile alıcısı çok değil. Çünkü bir, sattığı malın cinsi - kalitesi müşterilerin beklentisine uygun değil, hatta defolu, ikincisi satıcılara güven yok.
Sonuçta Doğu - Güneydoğu’da pazarın müşteri çoğunluğu Kürtlerden oluşuyor. İslami karakterleri çok belirgin olan Kürt toplumunda ümmet bilinci ulus bilincinden çok öncelikli. Artı, ümmet bilinci içinde bir de millet bilinci saklanmış olsa bile, bunun marksist - ateist hormonla bulanmış hali Kürtlere yabancı. Bu durum son versiyonu HDP olan hareketin, Kürtlere empozesini ancak silah zoruna bağlı hale getiriyor. Ki öyle de oldu. On yıllar içinde hareket kendini Kürtlere “terör” ile empoze etti. Örgütün çatışması ülkenin güvenlik kuvvetleriyle oldu ama terörün fiili cenderesi, bölge halkı üzerinde gerçekleşti.
Bugün de seçim atmosferinin gerçeği yine terördür. Doğu - Güneydoğu’da seçim denince en başat gündem seçim güvenliği oluyorsa, bu, bölge insanının nasıl bir örgüt cenderesine maruz kaldığını gösterir.
Ama bu gerçek, Ak Parti’den kurtulmak için bütün yatırımını HDP üzerine yapan, “Proje odakları”nın asla görmediği bir husus. Görmediği ve göstermediği.
Doğu - Güneydoğu’daki seçim iklimini Batı’ya taşısalardı, o zaman, HDP, terörün ön yüzü haline gelecek ve asla alıcısı bulunmayacaktı.
Ama bütün proje HDP’nin barajı aşmasına bağlandığı ve bunun için de HDP’nin Batı’dan oy alması gerektiği için, Batı’ya pazarlanacak bir HDP imal etmek lazım, bu da “Barış”ı diline pelesenk etmiş bir sözcülükle mümkün. İşte Selahattin Demirtaş güzellemeleri bu projenin içinden çıkıyor.
Hani bir ara, Nişantaşı vs. gibi semtlerde ya da New York sokaklarında başörtülü dolaşılır, oralardaki İslamofobi’nin ya da nefret psikolojisinin boyutları ölçülürdü.
Şu an Batı’da HDP - Demirtaş güzellemesi yapanları, mesela bir Ak Parti adayı - mensubu - sempatizanı hüviyetinde Doğu - Güneydoğu’da dolaştırmak lazım. Ki Hanya’yı Konya’yı görsün.
Ne diyor, aday olduktan sonra terörü tam da bedeninde hissetmeye başlayan Orhan Miroğlu:
“Kandil’den yönetilen bir sistem var. Bu sistem tehdit ve baskılamayla, ‘baraj aşılamazsa iç savaş çıkar, AK Parti’ye oy vermeyin’ diyor. Siirt Eruh ilçesinde Bağgöze Köyü Muhtarı Mustafa Turhan’ın öldürülmesi bütün bölgeye verilen mesajdı. Kuzey Kore- Güney Kore’yi yan yana yaşıyor gibiyiz. Bazı ilçelerimiz hakikaten Kuzey Kore özelliğinde. Otoriter, totaliter bir sistem kurulmuş. Halka nüfuz edilemiyor. Halkla ilişkiler önemli oranda kesilmiş durumda.”
Miroğlu bir Kürt. Bir aydın. Bölgenin insanı. Kürt halkının kimlik mücadelesinde hayati tehlike yaşamış bir insan ve bugün kendi topraklarında “girilemeyen yerler” bulunduğunu söylüyor. Bu sadece Ak Parti’nin sorunu mu? Ya da sonucu Ak Parti’yi vuruyorsa her şey meşru mu?
Aslında HDP şu anda “Ak Parti’yi vurma” dalgası üzerinde sörf yaparak ilerliyor. Bu noktada birçok kesimin kuyruğunun dolaştığı bir vakıa. Öyle zıt kutuplar birbiriyle buluştu ki, “Şeytan parti kursa bu ittifakta rol alırdı” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Hani bir dönem siyasete karşı tavrı anlatmak üzere “Cebrail parti kursa oy vermeyecek olanlar”ın hatta bölgede KCK yapılanmasını baş düşman bilenlerin medyasında HDP güzellemelerinden geçilmediğini gördüğümüzde “Evet şeytanla bile el ele tutuşma”nın yadırganmayacağı bir seçim atmosferi yaşadığımızı düşünebiliyoruz.
Bu arada hiç kimsenin Ak Parti’yi vurma saplantısı içinde “Barajı aşmış bir HDP ile barajı aşamamış bir HDP”nin nasıl bir siyaset izleyeceği sorusu ile ilgilendiği yok.
Silahlı yapısını ülkeden çekmeyen bir örgütün siyasi hareketi olarak HDP yarın ne yapacak sorusu gerçekten önemsiz mi artık?
Son söz: Ben halkın basiretinin bütün bu hesapları bozacağına inanıyorum.