Bugünlerde bütün dünya doğal olarak Mısır’a kilitlenince Doğu Türkistan’dan yükselen feryat iyice duyulmaz oldu. Zaten önceden de pek fazla duyulmuyordu bu uzak coğrafyadan gelen sesler... Gözden ırak olan gönülden de ırak olur diye bir atasözümüz var. Avrasya kıtasının öbür ucundaki Doğu Türkistan için de geçerli mi acaba atalarımızın bu görüşü?
Tarihî Çin coğrafyasına dâhil olmadığı Doğu Türkistan adlandırmasından da belli olan Sincan özerk bölgesinde Çin uzun zamandır bir etnik temizlik programı uyguluyor. Bir taraftan -en büyük kısmını Uygurların oluşturduğu- Müslüman Türkî toplulukları Çin’in iç bölgelerine sürmeye ve asimile etmeye bir taraftan da bu bölgeye Han Çinlilerini yerleştirmeye yönelik bir demografik dönüşüm gerçekleştiriliyor. Yarım asır öncesine kadar sembolik bir Çinli nüfusun yaşadığı bölgede bugün itibarıyla Türk ve Çinli nüfus oranları neredeyse başa baş hale gelmiş bulunuyor.
Çinliler bu etnik temizlik çabasıyla da yetinmiyorlar. Doğu Türkistan’da yaşayan insanlar üzerinde her alanda çok ağır baskılar uyguluyorlar. En başta da kültürel görünürlük ve dinî hayat üzerinde...
Mesela bugünlerde Çin devletinin “Ramazan hazırlıkları” bağlamında öğrencilerin ve devlet memurlarının oruç tutmalarının ve camiye gitmelerinin yasaklandığı açıklandı. Ama bu bir şey değil: İkide bir çeşitli bahanelerle kanlı katliamlar gerçekleşiyor Doğu Türkistan’da. Son iki hafta içinde en az 35 kişi sokak olaylarında öldürüldü. Çin silahlı güçlerinin bölgedeki hazırlıklarını haber veren kaynaklar Temmuz 2009’da binlerce insanın katledildiği Urumçi olayları benzeri bir katliamdan endişe edildiğini bildiriyorlar.
Ne var ki bütün bu gelişmelerden dünya habersiz. Bunun çeşitli sebepleri var. En baş sebep coğrafi uzaklık... Ama coğrafi uzaklık bizim için gerçekten uzaklık anlamına gelebilir mi?
***
Belki biliyorsunuzdur, bugün medeniyet anlamında kullandığımız uygarlık sözü “Uygurların en medeni Türk kavmi olması” dolayısıyla 1930’larda türetilmiş bir kelime.
Uygurların öyle hayranlık verici seviyede bir uygarlığı vardı ki günümüzde bazıları bunun Orta Asya göçebelerinin eseri olamayacağını düşünerek efsanevi “Mu Uygarlığı”ndan Çin kültürüne kadar farklı kaynaklarını araştırmaktalar.
Haksız da değiller: İslami dönemde Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip gibi büyük değerleri yetiştirecek olan Doğu Türkistanlı Uygurlar “matbaayı icat eden”Gutenberg’den altı asır önce matbaa kullanıyorlardı!
Bugün kullandığımız “tarım” kelimesi de Doğu Türkistan’daki Tarım Nehri havzasından geliyor. Yine “turfanda” kavramının da buradaki Turfan şehrinden/bölgesinden geldiği söyleniyor.
Bir de “Uygur alfabesi” var...
İlk dönem Osmanlı tarihçilerinden Şükrullah, “Behçetü’t-Tevarih” isimli eserinde II. Murat tarafından Karakoyunlu hükümdarı Mirza Cihanşah’a elçi olarak gönderildiğinde Cihanşah’ın kendisine, içinde Oğuz soyuyla ilgili bazı bilgilerin yer aldığı, “Moğol yazısı ile yazılmış” bir kitap gösterdiğini anlatır.
Aslı Farsça olan kitabı Türkçeye çeviren Atsız, burada not düşerek “Şükrullah’ın Moğol yazısı dediği bu yazının Uygur yazısı olduğu muhakkaktır” demektedir. Uygur yazısını kullanan Moğollar döneminde bu yazı Moğol yayılmasıyla paralel olarak yaygınlaştığından böyle bir adlandırma yapılmış olmalıdır. Bu çerçevede Anadolu beyliklerinin de geç zamanlara kadar Uygur alfabesini kullandığını biliyoruz. Hatta Reşit Rahmeti Arat’ın tespitine göre, Fatih Sultan Mehmed’in bir fermanı da Uygur harfleriyle kaleme alınmıştır.
***
Demek istediğim, Doğu Türkistan aslında bize o kadar da uzak değil.