Bugün şu AB’ye verilen Nobel ödülünden başlamak istiyorum. Burada ödül komitesi belki de, Nobel tarihindeki en stratejik ve geleceğe dönük mesaj içeren seçimi yaptı. AB’nin, bu krizle birlikte, artık bittiği tezlerinin yavaş yavaş baskın olmaya başladığı bir aşamada, AB’nin yalnız ekonomik bir birlik olmadığını, esasında ulus-devletler arasındaki savaşı önlemeye dönük siyasi bir bütünleşme yolculuğu olduğunu anlattı. AB’nin dağılmasının insanlığı yeniden savaşlarla örülü bir cehenneme götüreceğini bugün zaten görüyoruz. Örneğin şu sıralar savaşla krizden çıkış stratejisi olarak gündeme gelen ırkçı siyasi yapılar ve özellikle geleneksel Alman sanayisinin ve finans sisteminin, 4. Reich hayalleri, Yunanistan hatta Portekiz gibi ülkeleri periferisi olarak görmesi, AB’nin niye siyasi birliği zorlaması gerektiğini bize anlatıyor. Nobel Komitesi, sistemin selameti için nasıl AB’nin dağılmaması gerektiğini düşünüyorsa ABD’de, hem kendisinin hem de sistemin geleceği için, çok ‘derin’ bir strateji değişikliğine gidiyor. Ve bu değişiklik-bence-bizim yakın gelecekle ilgili sorularımıza vereceğimiz cevapları kolaylaştırıyor.
ABD tarafında bu hafta gelen iki açıklama burayı anlatmak açısından önemliydi: Birincisi Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Prof. Berkey’in şu açıklaması: ‘Artık ABD’nin Müslüman ülkeleri bombalamaması lazım. Yetti de arttı!’ Yani ne demeli bilmiyorum, biraz geç falan diye düşünmeyin, bunun temel bir strateji değişimi olduğunu belirtelim. Bu değişimin arka tarafını Cumhuriyetçi aday Romney’nin şikâyeti de anlatıyor aslında. Romney, Çin’in parasını değersiz tutarak haksız rekabet yaptığını, ABD’nin bundan zarar gördüğünü ve buna son vereceğini söyledi. Tabii Romney, Çin-ABD dehşet dengesini hesap etmiyor, Çin’in elindeki trilyon doları aşan ABD kağıtlarına da... Bunu yapmak kolay değil ama şunu söyleyebiliriz: Çin, ABD istese de istemese de artık eskisi gibi, ABD’nin açıklarını finanse etmeyecek. Çin-ABD ekonomik ve siyasi dengesi önümüzdeki dönem bozulacak ve Asya-Pasifik’te bir güç savaşı başlayacak. ABD, bir yandan açıklarını kapatırken bir yandan Asya-Pasifik’i denetleyecek. Böyle olunca Ortadoğu, Ön Asya ve Afrika cephelerinde eskisi gibi olamayacak. Buralar önce Türkiye sonra da yeni bir genişleme stratejisi ortaya çıkaran ve Türkiye ile yeni şartlarda ilişkiler kuracak AB’ye-Türkiye ile birlikte- emanet edilecek.
Yani dünya, Pax-Amerika’dan Pax-Romana’ya (gücü, o gücü sana verenlerle paylaşma ve katılımlarını sağlama üzerine kurulu ‘imparatorluk’ hegemonyası) geçmek ve bu geçişin yeniden yapılanmasını sağlamak zorunda. Burada Doğu Roma’nın stratejisinden bahsetmek gerekir. Bu strateji, Roma’da -bir uygarlık çıkışı olarak- başlayan ve Osmanlı’da devam eden ancak Cumhuriyet’e giderken, 20. yüzyılın ilk çeyreği sonuna doğru Anadolu’da biten, koşulları, tarihsel ve coğrafi konumu hesaba katarak varolan bir anlayıştan temellerini alır.
İstanbul yeniden
Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi kitabında Edward N. Luttwak, şöyle yazar: ‘Doğu Roma İmparatorluğu’nun Batı Roma’dan farklı olarak güvenli bir hinterlantları yoktu. Doğu Roma’nın coğrafyası çok farklıydı: Mısır ve doğu Libya dışındaki tüm bölgeleri tehlikeli sınır boylarına fazlasıyla yakındı. Konstantinopolis’i doğudan gelebilecek saldırılara karşı koruyan Anadolu dahi, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarındaki üretken yerleşim yerleri dolayısıyla denizlerden gelebilecek saldırılara açıktı. Ancak beşinci yüzyılda ortadan kalkan Batı Roma İmparatorluğu oldu. Bizanslılar, zamanının birleşik Roma İmparatorluğu ile karşılaştırıldığında askeri güçten ziyade ittifaklar kurmak, düşmanları dolaylı yoldan caydırmak, mümkünse birbirlerine kırdırmak gibi yöntemlere başvurdular. Dahası, savaşmak zorunda kaldıklarında ise düşmanlarını yok etmeye yönelik değil, kontrol altında tutmaya yönelik savaştılar. Bu, hem fazla güç sarfetmemek için, hem de bugünün düşmanlarının yarının potansiyel müttefiki olduğunu bildikleri için seçtikleri bir stratejiydi.’ Böyle olunca Doğu Roma, 1453’e kadar, yani Fatih’e kadar varlığını sürdürdü.
Haritaya dikkat ederseniz, Doğu Roma sınırları ile Osmanlı genişlemesi arasında paralellik kurarsınız. Haritada Batı Roma’dan sonra parçalanan Avrupa kıtasını görüyorsunuz. Doğu Roma’nın yaptığını yapamayan Avrupa hep savaşların içinde oldu.
Sonuç: Bugün yeni bir Pax-Romana kuruluyor... Bu, ittifaklar ve bir arada yaşama üzerine kurulu bir uygarlık çizgisidir. Doğu Roma’da başlamış, Osmanlı’da devam etmiştir. Şimdi yeniden kuruluyor. Bu uygarlığın başkenti ise 1600 yıl öncesinde olduğu gibi, Asya ile Avrupa’nın birleştiği yerde, tam burada...