Tüm "paylaşımlar" ve "hesaplaşmalar", beraberinde savaşlar getirdi. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra "3 cihan devletleri" çöktürüldü. Zaten savaşın çıkartılması, içinde Osmanlı Devleti'nin de olduğu "3 önemli gücün" meydandan çekilmesini sağladı. Hesap kapanmadı, kapanmadığı için 2. Dünya Savaşı çıkartıldı. Şimdi daha net nedenleri görüyor ve anlıyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz "yeni paylaşım sürecinin merkezindeyiz." Bu süreç, herkesin gardını kendi paradigması ve konjonktürüne göre almasını sağlıyor.
"Batı Artık Yeni Paradigma Üretemiyor!"
Batı hep kendinden olmayanları aşağıladı. Evet, güzel şeyler de icat etti, ancak bunlar dünyadaki insanların hepsi için tasarlanmadı. "Seçkinler", kaymağı kendi tabağına çeken "üstenci bakış açısıyla" baktılar geri kalan dünyaya. Halen aynı...
Türkiye, hep Batı dünyası ile entegre, ittifak yolunu tercih etti. "Bekledi, Bekledi, Bekledi..." Ortada "Avrupa Birliği" adına boy gösterecek rolü kalmamasına rağmen, halen bize gösterdikleri yer pek iç açıcı değil. Ama Türkiye, "kendi değerlerinden vazgeçmiyor" ve kendi paradigmasını da kendisine göre belirleme yolunu seçmiş durumda.
"Doğu Yükselişte!"
Ekonomi, demografik gelecek, yazılım, teknolojik kalkınma ve kültürel çeşitlilik açısından bakıldığında "yükselişe geçen Doğu" var karşımızda. Evet, "insan hakları ve özgürlükler" konusunda ciddi sorunları olan Doğu! Ancak diğer taraftan baktığımızda, aynı Batı "insan hakları ve özgürlüğü" sadece kendi halkları için gerekli gördü. Örneği ortada: "Gazze", aynı "özgürlükçü Batı" desteği ile İsrail tarafından yok ediliyor. Evet, aynı Batı'dan yükselen "itiraz sesleri" var, ama sonuç olarak "soykırım" devam ediyor.
"Batı'nın düşmanlarına düşman olmayı öğreten Batı kaynakları," halen düşünce sistemimize, analiz merkezlerimize dikte ediyor. Öyle olmasa, medya, siyaset, iş dünyasından Türkiye'nin "BRICS hamlesine" durmadan baskılar yapılmazdı. Oysa Türkiye, şu anda içinde bulunduğumuz "dünyanın seyrine göre davranmak zorunda." Dünya değişiyor, masayı "güçlüler ligi" belirliyor. Bu süreç ya büyük savaşla sarsıntılı olacak ya da tersine bir durum ortaya çıkaracaktır. Bu durumda Türkiye'nin rotası, "kendi yükseliş yolu"dur.
Türkiye coğrafyası gereği hem "Doğu" hem "Batı"dır. Bunu çoğu "Batıcılar" sevmese de gerçeklik budur. Evet, tarih boyunca Batı'ya doğru genişledik ve başardık. Ancak bu, yeni açılımlar için "kapıyı kapatmalıyız" anlamına gelmez ve gelmemelidir. Batı dünyası artık "yeni söz" söyleyemiyor, umut veremiyor. Doğu ise kendi reçetesini sunamadı ve öyle bir reçetesi var mı sorusuna cevap veremedi. Ancak "yükseliş ve kaynaklar Doğu'da." Demek ki, geleceği doğru okumak zorunda ve rotasını da ona göre ayarlamak yolunu seçmiş durumda Türkiye.
Yalnız en önemli sorunumuz var: "Kadrolar..." Kadrolar olmadığı sürece hiçbir fikir, hedef sonuç vermez. "Batı merkezli kadrolarla" bugünkü dünyayı anlamak ve rotayı ona göre belirlemek zordur. Doğu'nun da kendine has sorunları vardır. Sistem olarak bakıldığında pek çok "açık" söz konusudur. Böyle bir ikilemde Türkiye, kendini korumalı ve en önemlisi "masada yer bulmalıdır." Sadece korumak ile sadece başkasının trenine vagon olursunuz. Türkiye mevcut durumda "kendi tren yolunu belirliyor": "Orta Doğu, Afrika, Balkanlar, Türk Dünyası..."
"Erdoğan", "refahı yakalamanın," "istikrarı sağlamanın" ve bu hesaplaşma döneminden kazanarak çıkmanın peşinde. Yani "Doğu" veya "Batı" diye bir ikilem yok; "yükseliş için rota belirleme" gayreti var. Anlamak için "Türkiye merkezli," "Türk ekolü" kadroların olması şart!