Halil Umut Meler'e yapılan saldırının ardından Kulüpler Birliği Başkanı Ali Koç şöyle demişti: "Pazartesi akşamı hepimizin gözü önünde yaşanan olaylar, başta futbolun paydaşları olmak üzere ama sadece futbolun paydaşları değil tüm ülkemizi derinden yaralamıştır. Ülkenin futbol marka değerine de uluslararası alanda zarar vermiştir. Böyle şiddet içeren bir olayın kabul edilmesi kesinlikle mümkün değildir. Halil Umut Meler'in yaşadıkları ve kare kare seyrettiğimiz kameraya yansıyanlar hepimizin içini acıttı."
Bu açıklamanın ardından her kesimden müsabaka hakemine yapılan saldırı konusunda benzer açıklamalar gördük. Devletin en üst makamları da benzer açıklamalarla tepkilerini açık bir şekilde ortaya koydular. TFF de bu güçlü söylemelerden cesaret almış olmalı ki saldırının ardından kısa bir süre sonra ilgili disiplin talimatında bu konuya ilişkin düzenlemeler yaptı. Buna göre; artık futbolcu, yönetici veya kulüp görevlilerinin müsabaka görevlilerine yönelik fiili müdahale içeren saldırılarında, bu kişilerin mensubu olduğu kulübe lig usulüne göre düzenlenen müsabakalarda 3 puandan 6 puana kadar puan silme cezası, eleme usulüne göre düzenlenen müsabakalarda ise kulübün ilgili turnuvadan ihracına karar verilecek. Lig usulüne göre düzenlenen müsabakalarda kulüp mensupları tarafından ihlalin aynı sezon içerisinde ikinci kez tekrarı halinde ise söz konusu kulüp ligden ihraç edilerek bir alt lige düşürülecek.
Medyada bu düzenlemedeki ağır yaptırım ile artık müsabaka görevlilerine kimsenin saldırmaya cesaret edemeyeceği söylendi. Yani, karşılaşılan her olumsuz olay karşısında "eğitim şart" denilen ülkemizde "eğitim şartı" sağlanamadığından yine ağır yaptırım düzenlemesi ile bizi dünyaya rezil eden bir durumun önüne nihai olarak geçilmişti. Gerçekten de öyle mi oldu? Tabi ki öyle olmadı. Kulüpler Birliği düzenlemenin ardından sadece 7 gün sonra (hatta 6 gün sonra) fabrika ayarlarına geri döndü. Müsabaka görevlilerine saldırının, artık olağan karşılandığı ülkemizde, TFF tarafından disiplin talimatında yapılan düzenleme neticesinde ligden düşecek takım olabileceği ihtimaline kulüplerimiz aniden uyanıverdi.
'AMA'NIN ÖNCESİ
Ne mi oldu?
Olan gerçekten trajikomik.
Başını Fenerbahçe'nin çektiği kulüpler, disiplin talimatının bu düzenlemesinin iptali amacıyla Tahkim Kurulu'na müracaat ederek dava açtılar. Fenerbahçe'nin işin başını çekmesi sözde de kalmadı. Fenerbahçe Tahkim Kurulu'na sunduğu dilekçeyi tüm süper lig kulüplerine de yollayarak onlara da yol gösterdi. Ne diyordu Fenerbahçe Tahkim Kurulu'na sunduğu dilekçede: "Spor sahalarında görmekten büyük üzüntü duyduğumuz mezkur olayın tekrarlanmaması en büyük temennimizdir."
Ama...
Bu noktadan sonra, başına ama kelimesi gelen her cümle önceki düşüncenin samimi olmadığını gösteriyor. Nitekim Fenerbahçe dilekçesinde özetle şöyle diyor: "Hakeme kim saldırmış ise ona ceza verin. Aman ha kulübe ceza vermeyin." Yani, 'müsabaka görevlilerine bir saldırı olursa kişiler ile kulübü birbirinden ayırın' diyor Fenerbahçe. Sanırım bir anda herkes 'bu lafı bir yerden hatırlıyorum' diyecektir. 3 Temmuz sürecinde de benzer söylemler havada uçuşuyordu. İki kişi ise bu söylemlerin karşısındaydı. Biri UEFA'nın patronu Platini, diğeri Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım. Şimdi ise Fenerbahçe 'kişiler ile kulüpler ayrılsın' diyor. Kişiler ile kulüpler ayrılır mı? Geçmişte Fenerbahçe'nin TFF genel kurulunda bu konudaki dayatması neticesinde kişiler ile kulüpler birbirinden ayrılmamıştı. O tarihi genel kurulda kişiler ile kulüpler ayrılmaz yönünde en hararetli konuşmaları da Ali Koç, Nihat Özdemir ve Abdullah Kiğılı yapmıştı.
YAMAN ÇELİŞKİ
Onların konuşmaları ve tavizsiz mücadelesi neticesinde disiplin talimatında yapılmak istenen değişiklik TFF tarafından geri çekilmiş, kişiler ile kulüpler ayrılmamıştı. Bundan sonra kişiler ile kulüpler ayrılır mı bilemeyiz. Tahkim Kurulu bu konuda nihai kararı verecektir. Ama tabloya bakınca rahmetli Süleyman Demirel'in 'dün dündür, bugün bugündür' sözü insanın akılına gelmiyor değil.
Benim merak ettiğim nokta ise şu; acaba kulüpler kendi görevlilerini, yani başkan ve yöneticilerini, futbolcularını, teknik adamlarını ve saha görevlilerini kontrol etmekten aciz mi ki müsabaka görevlilerine karşı bunların olası bir saldırısı halinde kulübe ceza gelmemesinin peşinde koşuyorlar? Ya da böyle bir olasılığın ceplerinde olmasını, hakemlerin bu olasılıkla sahaya çıkmasını, sürekli baskı altında olmalarını mı istiyorlar? Ali Koç'un, Divan Kurulu'nda yaptığı açıklamadaki 'Bu adamlara nefes aldırmayın. Nerede görürseniz tepki gösterin. AVM'de görseniz tepki gösterin, fotoğraflarını çekin. Bilin, ensenizdeyiz. Fenerbahçeliler böyle davranın, nefes aldırmayın bu adamlara" sözleri akla geliyor.
Hep diyorum.
Bir daha diyeyim. Ali Koç, o kadar çok şey söylüyor ki bunların ileride aleyhine olmaması mümkün değil. Hiçbir kulüp başkanı bu kadar uzun ve tartışmalı konularda konuşmazken o çok rahatlıkla aklına gelen ilk şeyi en ciddi toplantılarda söyleyebiliyor. Başkana naçizane tavsiyem; divan kurulunda adını vermeden söylediği; "bir tanesinden hiç şüphe etmem bile" dediği kulübe ve başkanına bu tip başvuruları yaptırması. Kendisinin ise böyle çelişkili davranışlardan kaçınması. Kısaca kulüpler diyor ki; 44. maddeyi değiştirin, bırakın biz gerektiğinde hakem de dövelim...
Yazık hem de çok yazık.