Hurufat’ diye bir şey vardı. Son kullananlardan biri, kulakları çınlasın, Sabri Yılmaz ağabeyimizdi.
‘Hurufat’ benim bildiğim kadarıyla, yanlış bir kullanım. Çünkü, ‘huruf’, ‘harf’in çoğulu. ‘Hurufat’ dediğiniz zaman, çoğulu bir daha çoğul yapmış oluyorsunuz. Kulak tırmalıyor.
Ancak, ‘matbuat’ dilinde böyle kullanılması caiz.
Eski zamanları düşünün. Bütün yazılar, kutulardaki kurşun harflerle diziliyor. O kadar çok harf var ki, ‘huruf’ diye çoğul yapmak yetmiyor. Binlerce harf, mecbur ‘hurufat’ diyeceksin!
Hurufat, kalktı şimdi. Tek tük, çok eski model matbaalarda kaldı.
Basında, saltanatını sürdüren en eski kelime, şimdilerde ‘tekzip.’
‘Kezib’‘yalan’ın Arapçası. ‘Tekzib’ ise yalanlama.
Bugünlerde, tekziplerle çok meşgulüz.
Bakıyorum, Avukat Nurtekin Bey, elinde tekzip, geliyor.
‘Bu haberin nesini tekzip etmişler’ diyorum, ‘haber sağlam.’
Ben, aslında, tekzip yayınlamayı severim. Eğer, yaptığımız haber, gerçekten yanlış çıktıysa, sebep olduğum haksızlığı telafi etmeyi çok isterim.
Konuya nasıl baktığımı baştan anlatayım.
Haber toplantılarında arkadaşlarıma da her vesileyle söylediğim şey şudur:
Haberiniz, doğru olacak.
Hiç bir şekilde, yalan haber, yalanla kirletilmiş haber istemiyorum.
Yalanla elde edilecek her hangi bir avantaj, istemiyorum.
Haberde yalan şüphesi varsa, o haber, olmasın daha iyi.
Biz, böyleyiz. Bütün gazete.
Yine de, çok güvendiğimiz haberlerde bile, bazen yanılıyoruz.
Kaynağınız sizi yanıltabiliyor.
Bir belgeyi, bir evrakı, yanlış yorumlayabiliyorsunuz.
Bu, çok rahatsız edici bir şey. Üzülmeyi hak etmeyen birini, haberinizle üzmek, çok kötü.
Böyle bir yanlışa sebep olduğunuz zaman, karşı taraftan bir itiraz, bir tekzip, bir açıklama gelmeden, gönüllü olarak, siz, yanlışınızı telafi etmek istersiniz. Bunda yadırganacak bir şey yok. Tekzip geldiği zaman, hiç yüksünmezsiniz. ‘Başım üstüne’ der yayınlarsınız.
Ya haberinize hala güveniyorsanız?
Ya haberiniz doğruysa, buna rağmen tekzip yayınlamak zorunda kalıyorsanız?
‘Öyle şey olmaz’ demeyin, oluyor.
Mesela, 17 Aralık operasyonu sırasında yapılmış bir haber.
İki polis, aramanın yapıldığı evde oturmuşlar, kendilerine yemek söylüyorlar. O görüntüleri, herkes seyretti.
Muhabirlerimiz, o ‘manzara’yı anlatan bir haber yapmış.
O haberi tekzip etmişler.
Tekzip ederken, haberi doğrulamışlar.
Görüntüdeki ‘oturuş şekli’‘sürekli olmayıp, kısa süreli oturuş şekli’ymiş.
Tabii yayınladık tekzibi. Çünkü, yayınlamazsan, cezası var. Avukatlarımız, 50 bin lira 150 bin lira arası bir ceza diyor. Karar çıkmış, itiraz etmişiz, hakim kararında ısrar etmiş. Yani artık, itiraz hakkı da kalmamış.
Bir başka tekzip. ‘SGK’nın kayıp kamyonları’ haberi.
Star okuyucuları hatırlar. SGK’nın hurda kağıtlarıyla ilgili bir haber.
Hurda kağıtlar satılıyor. Kağıtları taşıyan kamyoncular, kağıtları satın alan şirketler, bunu doğruluyor. Paranın nereye gittiği belli değil. Bir kısmı bellidir herhalde ama, önemli bir kısmı da belli değil. Yani, yetkililer izah getiremiyor.
Haberimizin belgesi de, tanığı da var.
Onun tekzibini de ister istemez basıyoruz.
Bir de savcı haberi var.
Savcı Zekeriya Öz, Fatih Belediyesi’ne gitmiş. Belediye yetkililerinden bazı ricalarda bulunmuş. ‘Rica’ Beyazıt’ta bir otelin tadilatıyla ilgili.
Savcı, Belediye Başkanı’yla görüştüğünü doğruluyor. ‘Kendisinden yasadışı bir şey istemedim’ diyor. ‘Tehdit ve baskı yapmadığını’ söylüyor.
İyi ki yapmamış. Başkan Mustafa Demir kaç gün gözaltında kaldı?
Hafazanallah!
Ali Ağaoğlu’nun, daha geniş kapsamlı ‘tekzip’ini ise herkes biliyor.
Neyse, savcı beyin tekzibini de yayınladık.
Mecburiyet!
Bence, bu tekzip düzeninin, daha adil bir şekli bulunabilir.
Eskisi yanlıştı. Tekzip yayınlamamanın hiç bir ciddi müeyyidesi, hiç bir ciddi cezası yoktu.
Şimdiki düzende de, yaptığımız haberleri teyit eden tekzipler yayınlamak zorunda kalıyoruz.
Gazetecilik mesleğinin bu kıdemli ‘müessese’siyle, son zamanlarda, işte böyle bir ‘hikaye’miz var.
Hakedilmiş tekzipler başım üstüne. Hapsi helal ü hoş olsun.
Ve bir temenni: İnşaallah bu tekzip işlerinde ‘paralellik’ yoktur.