Olup biteni anlamaya çalışırken, hamaset ve boş sözlerle dolu yaklaşımlar, size sadece geriye götürmez. Aynı zamanda başka tuzakların da içine çekilmiş olursunuz.
Süleyman Şah Türbesi ile ilgili tartışmalar, özellikle muhalefetten gelen tepkiler, Türkiye’nin nereye gittiği konusunda kafaların hayli karışık olduğunu ortaya koyuyor. Yapılan operasyonun hedefi ve başarısı elbette önemli. Ancak burada asıl üzerinde yoğunlaşmamız gereken boyut, bu operasyonun gerçekleşmesinde gözden kaçan ayrıntılar ve bunların yakın geleceğe dair bize verdiği mesajlar.
Türkiye’nin sadece kendi siyasi sınırları içindeki değil, doğal sınırları olarak tarif ettiğimiz alanlardaki topluluklarla ilgisinin yeniden aktif hale gelmesi, hem tarih, hem strateji ve hem de gelecek kurgusu açısından çok değerli. Buralarda yeni ittifaklar üretmek, yeni birliktelikler aramak ve tüm bunların ortaya çıkardığı yeni bir güçle hareket etmek, önümüzdeki en doğru yol olarak görünüyor.
Kuşkusuz bu ilginin yeniden üretilmesini, sadece tarihe bakarak ve orada gördüğümüz modellerle kurgulamak hem yanıltıcı, hem de boşa çaba olacaktır. Kimse kimseye tahakküm etmek, onu kendisine bağlamak için değil; yeni bir modelle yola devam etmek için çaba göstermeli. Dün ne olduğu ve bu ilişkinin nasıl biçimlendiği değil, gelecekte nasıl devam edebileceği üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor.
Bunları konuşurken belki de en önemli başlık, sınırlarımızın ötesindeki Kürtlerle kuracağımız yeni ilişki biçimleri ve ittifaklar olmalı. Kürtlerin gerek ülkemizde, gerekse yakın coğrafyada geliştirdiği siyasi akımlar, ortaya çıkan hareket ve oluşumlar, daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak bir yeni duruma işaret ediyor. İster Irak Kürtlerine bakalım, isterse Suriye Kürtlerine. Durum böyle.
Erbil merkezli Kürt oluşumunun, geldiği aşama ve Ankara ile kurduğu ilişkiler, daha oturmuş ve bir bakıma gelecek ortaklığı üzerinde daha fazla mesafe alınmış bir tablo çıkarıyor karşımıza. Ancak özellikle Türkiye’de ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketinin, gerek siyasi tecrübesi, gerek hedefleri ve gerekse de şiddet ve terörü hala elinde tutan bir duruş sergilemesi daha büyük adımlar atılmasının önünde engel olarak duruyor.
Tam bu noktada, Ankara’nın, büyük siyasi riskleri de göze alarak yürüttüğü çözüm süreci, bu engellerin ortadan kalkması yönünde en önemli başlığı oluşturuyor. Ayrılıkçı hareketin, olup bitene ve bölgedeki gelişmelere rağmen hala silah bırakmama ve şiddet kartını elinde bulundurma yönündeki ısrarı aşılırsa, bugün hayal bile edemeyeceğimiz bir yeni dönemin kapısından içeri girmiş olacağız.
Bu durum, sadece Türkiye ve Irak Kürtlerinin ve toplamda Türkiye’nin değil, aynı zamanda Suriye Kürtlerinin ve yine daha büyük resimde bölgenin kaderini ilgilendiriyor.
Başından itibaren Ankara’nın ittifaklar listesinin ilk sırasına Kürtleri yazması gerektiğini ve bunu sağlam tutabildikten sonra diğerlerinin anlam kazanacağını savundum. Bu durum dün de geçerliydi, bugün de, yarın da öyle olacak. Ancak son Süleyman Şah Türbesi tartışmalarında gözden kaçırdığımız nokta, Ankara’nın doğal sınırlarındaki Kürtlerle geçmişin takıntılarını bir kenara bırakarak adım atabileceğini göstermesi bakımından çok önemli.
Eğer geleceğe bakacaksak, nereden bakacağımızı ve hangi ittifaklarla yola çıkacağımızı doğru tarif etmeliyiz. Ankara’nın Irak’tan sonra Suriye Kürtleriyle, ancak altını çizerek söyleyelim, ayrım gözetmeksizin yapacağı ittifak, kendi geleceğidir. Herkesin barış içinde yaşayacağı tek projedir.