Televizyonda izledim. Peygamber Sevdalıları Derneği'nin Diyarbekir'de düzenlediği açık hava mevlit programında coşkulu bir kalabalık meydanı hıncahınç doldurmuştu. İslam aleminin birçok bölgesinden seçkin davetliler de katılmıştı. Yapılan konuşmalar heyecan vericiydi. İslam aleminin gözlerinin önünde ölümden veya sürgünden birini tercih etmesi istenen, direnmesi durumunda üzerlerine cehennemin kapılarının açılacağına dair dehşet verici tehditlere maruz kalan Gazzeliler için de anlamlı bir destek olmuştur Selahaddin Eyyubî'nin torunlarının bu gösterisi. Bugünlerde her türlü desteğe ihtiyaçları var onların. Nitekim programı düzenleyenler de bunu düşünmüş olmalılar ki Gazze'de mücadele eden Hamas'ın temsilcileri de katılanlar arasındaki yerlerini almışlardı. Öte yandan bu gibi programlar, Diyarbekir ve bölgemiz açısından bir tür kimlik ibrazı işlevini de görüyor. O meşhur "Kîne em?" (Biz kimiz?) sorusunun asıl cevabı gibi. Bu vesileyle Diyarbekir, bastırılan, bastırılmak istenen asıl kimliğini ibraz ediyor diye düşündüm programı izlerken. Bu açıdan bu tür programların ülkenin batı kesimlerinde de düzenlenmesi son derece önemlidir. Çünkü bölgemiz açısından bir handikap da barındırıyor bu tür programlar. Malumunuz, geçmişte, eğitim başta olmak üzere kamusal alanlarda dine, dinin sembollerine karşı alabildiğine katı ve karşıt bir tutum takınan Kemalist sistem, bölgemiz söz konusu olduğunda pek dindar, pek Müslüman kesilebiliyordu. Mesela okullara başörtülü girilmesine izin vermeyen iktidarlar, bölgede ayet ve hadislerle bezenmiş bildiriler dağıtıyorlardı. Bu da bölgenin Müslüman halkı nezdinde İslam'ın kendilerine karşı bir "dalgakıran" olarak kullanıldığına dair bir düşüncenin oluşmasına yol açıyordu. Kemalizmin bu tutumunu canla başla savunanlar geriletildiği halde, sahih örneklik örselendiği için hala İslamî duyarlılıklara kuşkuyla bakanlar var ve bunların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Böyle bir algı var veya oluşturulmuş diye kimliğimizi, dini sembollerimizi gizleyecek değiliz kuşkusuz. Algılara rağmen hakikati haykırmak boynumuzun borcudur, dini yükümlülüğümüzdür neticede. Öte yandan bu programı düzenleyenlerin samimiyetinden de en küçük bir kuşkum yok. Ancak bu tür programları ülkenin farklı şehirlerinde de düzenlerlerse, özellikle Kemalizm'in Kürtçesi dediğimiz kesimlerin kötü niyetli propagandalarına da bir set çekmiş olurlar. Algıları yıkarlar. Belki bu tür algıların baskısı altında asıl kimliğini gizlemek zorunda kalan birçok kimse de daha özgür bir şekilde kendini ifade etme fırsatını bulur.
Şunu belirtmeliyim ki bendeniz, ev ortamlarında, aile fertleriyle düzenlenen mevlit gecelerinin sıcaklığını yeğlerim. Bunu defalarca da dile getirdim. Şahsen, İslamî kimliğimin oluşmasında babaannemin, annemin mevlit dinlerken döktükleri göz yaşlarının etkisi, sonraları okuduğum nice kitabın etkisinden çok daha büyük ve belirleyici olmuştur benim için. O yüzden her fırsatta evde çocuklarımı, torunlarımı toplar Kur'an-ı Kerim ve Mele Hüseyin Bateyî'nin mevlidini okuruz. Öyle ki geçenlerde "bu akşam mevlit okuyacağız" dediğimde torunlarım "Hemdê bêhed... mi okuyacağız?" demişlerdi. Kürtçe mevlidin giriş cümlesini ezberlemiş olmaları karşısında mutluluktan uçacaktım neredeyse. Bundan dolayı kimliğimizi dışarıya ibraz ederken, iç dünyamızı da peygamber için dökülen samimi gözyaşlarıyla yeşertelim düşüncesindeyim.