Barzani’nin Diyarbakır’a Başbakan Erdoğan ile birlikte gitmesinin, iç siyasetle olduğu kadar dış politikayla da bağlantısı bulunuyor. Dış politika açısından birinci bağ, Türkiye’nin Irak politikasıyla ilişkilendirilebilir.
Uzunca bir süredir, Irak’taki Maliki yönetimiyle Türkiye arasında sert rüzgarlar esiyordu. Bu dönemde Bağdat-Erbil ilişkileri de gerilmiş ve Türkiye ağırlığını Barzani’den yana koymuştu. Ancak gerek Suriye krizinin geldiği aşama, gerek İran’daki yumuşama eğilimleri ve ABD-İran yakınlaşması, Türkiye- Irak ilişkilerinin yeniden normale dönmesi ihtiyacı ortaya koydu. Bu, bir yandan enerji çeşitlendirmesi politikalarının, öte yandan komşu ülkelerdeki ‘bölünme’ ihtimallerinden kaynaklanmış olabilir. Ayrıca, toplumsal dönüşüm süreçlerinin, güvenlik konularının, enerji ya da ticaret ilişkilerinin bu bölgede hiç bir devletin tek başına ele alabileceği konular olmadığı da hatırlatılmalı.
Ancak komşu ülkelerde birden fazla siyasal otorite bulunuyor, dolayısıyla sadece hükümet ya da devlet başkanlarıyla ya da sadece diğer siyasi liderlerle sürdürülen ilişkiler, sorunlara çare üretmeye yetmiyor; tam tersine çatışmaları artırıcı bir etki yaratıyor.
Türkiye, Bağdat yönetimiyle ilişkilerini normalleştiriyorsa, bunu Barzani’ye rağmen yapmadığını dünyaya göstermek durumunda. Herhalde en uygun gösterim biçimi de başbakanla yan yana gelmesiyle sağlanır.
Bölge ülkelerine mesajlar
Başbakan ile Barzani’nin yan yana gelmesinin bir diğer mesajı da Tahran’a yönelik olabilir. İran-ABD ilişkilerindeki yumuşama, Türkiye-İran ilişkilerine de sirayet etmiş durumda. Bu yakınlaşmanın PKK karşısında ortak tavır almak biçiminde yeniden ele alınması da olası. Ancak Türkiye, İran ile olan ilişkisine Barzani’yi dahil etmeyeceğini, Kuzey Irak Kürdistan yönetimine yapılacak her türlü baskıya karşı direneceğini ima ediyor.
Bu yaklaşımın karşılığında da muhtemelen Barzani’nin PKK konusunda almakta olduğu tavrı sürdürmesi bekleniyordur.
Kabul etmek gerekir ki, Başbakan ile Barzani’nin yan yana gelmesi bunların dışında da mesajlar veriyordur. Ancak bu yan yana gelişin Diyarbakır’da gerçekleşmesi de kendi başına birden çok anlam barındırıyor.
Kürt meselesine Suriye kriziyle birlikte dördüncü bir oyuncu daha girmiş durumda. Her biri başka ülkede bulunan ve farklı beklenti ve örgütlenme biçimi içinde faaliyet sürdüren hareketlerin liderlerinin tutumları da farklı. Türkiye, içerideki muhatabı tespit etmiş durumda. Ancak bu muhatabın aynı anda hem farklı Kürt kesimleri üzerinde etkili olabileceğinin hem de şiddetsiz siyasete tüm kesimleri ikna edebileceğinin garantisi bulunmuyor. Hal böyle olunca, Türkiye de yumurtaları aynı sepete koymamaya çalışıyor.
Stratejik dengeler, insani değerler
Barzani-Erdoğan buluşmasının bir diğer önemli yanı ise ‘Batı’ dünyasıyla ilgili. Barzani’nin dış işleri sorumlusu, buluşmayla aynı tarihte Brüksel’deki NATO toplantısına katılıyor. Daha önceden Barzani-ABD arasındaki ilişkileri pekiştiren ziyaretler de yapılmıştı. Dolayısıyla Barzani-Türkiye-ABD arasında stratejik bir dirsek teması olduğuna kuşku bulunmuyor. Ayrıca unutmayalım, aynı ABD PYD liderine vize vermemişti.
Bu durum, bölgenin yeniden yapılanması sırasında ‘esas oyuncuların’ kimler olacağının ortaya konması olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin kendi sorunlarını çözmesi durumunda, Avrupa ülkelerinden destek arayan grupların oyun dışında kalma ihtimalleri, bu buluşmayla hatırlatılmış oluyor.
Gezinin Perver-Tatlıses ikilisiyle renklendirilmesi de, buluşmaya yüklenecek siyasal anlamların sınırına işaret edip, konunun insani ve kültürel boyutunu öne çıkarabilecek bir nitelik taşıyor.