Diyanet, bu yılın Ramazan ayının temasını ‘Helal Kazanç-Helal Lokma olarak belirlemiş. Oldukça anlamlı olduğunu düşünüyorum tam şu günlerde...
Bu son krizin, tam da şu ‘helal’ olmayan-yani fiziki olarak pek ortada olmayan- karşılıksız varlıklardan patladığını biliyoruz. 2008 yılında krizi ortaya çıkaran ABD mortgage sisteminin büyüklüğü 14 trilyon dolardı ama bu büyüklüğün çok büyük bir kısmı karşılığı olmayan ‘kâğıtlardan’ oluşuyordu. Buradaki ‘üçkâğıt’ şöyleydi: ‘ABD’li yarı resmi mortgage kurumları binlerce ailenin borçlu-ipotekli evlerini ve buna bağlı borçlarını paketleyip, cilaladıktan sonra satıp buradan yeni krediler yarattılar. Bankalarda bunları maddi teminatlı borç yükümlülükleri adı altında (CDO) yeniden paketlediler ve bu paketler Norveç’in gariban belediyelerine kadar, bütün ‘moderin’ Batı dünyasına sokuşturuldu. İşte bu CDO’lar, Amerikalılar ve onları yönlendiren Londra finans oligarşisi tarafından on yıl vadeli Amerikan Hazine kâğıtlarından bile daha güvenli (tabii daha yüksek getirili) sihirli finansal paketler olarak sunuldu. Tabii bunları sigorta eden dev sigorta yapıları da vardı, bunlar da milyarlarca dolar prim yaratarak bu kâğıtlara garanti(!) veriyordu. Federal Home Loan, Mortgage Association ve tabii AIG gibi sigorta devleri battı ve kamusallaştırıldı.
Bir gümüş para on insan...
Bu hikâyeyi biz 2008 krizini patlattığı için ayrıntısıyla biliyoruz. Bilmediğimiz o kadar acayip durum var ki... Karşılıksız değerlerin mübadelesine, sömürüye, tekel rantına, kara para ve yasa dışı ticarete dayalı bir düzen var şu an karşımızda. Ama bu sistem tam da böyle başladı. İspanyol sömürgeciliği ve Güney Amerika’nın maden yağması Avrupa zenginliğinin ilk başlangıç noktalarından birisidir. İspanyollar madenlerden altın ve gümüş çıkarmak için ilkönce ücretli sistemi denerler ama bu verimli (!) olmaz. Sonra 18-50 yaş arası erkeklerin yılda on yedi hafta zorunlu çalışmalarına dayalı bir sistemi devreye sokarlar. Örneğin bu sistemle, İnka topraklarında olan Potosi bölgesinde, 1556 ve 1783 yılları arasında 45 bin ton saf gümüş çıkarılmış ve Potosi Darphanesi’nde dökülen, gümüş karışımlı, her bir pesonun on yerli hayatına eşdeğer olduğu hesaplanmış. Yani elinize bir birim para alıyorsunuz ve bu paranın maddi karşılığı on insan... Aslında bugün de pek farklı değil... İşte görüyorsunuz, Mısır’da olanları... Dünyanın doğusunda ve güneyinde halen iç savaşlarda yoksul insanlar bugün karşılıksız dolar ve euro gibi rezerv paraların karşılığı için öldürülüyorlar.
Krizi Doğu’ya yıkmaya çalışıyorlar...
Şunu görelim; Batı, ABD önderliğinde krizi yeni bir aşamaya getirmek istemektedir. Likiditeyi hızla kaynağına çekip, Doğu’ya kaymakta olan yeni teknoloji alanlarını yeniden Batı’ya yönlendirerek, zengin batı-yoksul doğu denklemini bozmayacak yeni bir ekonomik ve siyasi kriz aşaması tasarlanmaktadır. Bugün yeni teknoloji ve Ar-Ge merkezlerinin doğuya kaymasının yanı sıra, Londra merkezli İslami fonlar ve katılım bankacılığı- girişim sermayesine dayalı yeni bir finans sistemi, geleneksel-kirli sistemi ikame ederek doğuya kaymaktadır. Malezya’dan sonra Türkiye’nin de burada öne çıkmaya başlaması ciddi bir endişe kaynağıdır. Tam burada şu ‘Helal Kazanç’ temasına dönersek bunun, bugünlerde, tarihsel olarak da ne denli anlamlı olduğunu görürüz. Şöyle:
Riba meselesi...
Batı zenginliğinin kaynağı, aslında İslam’da yasaklanmış olan Riba’nın üç halinde gizlidir.
Faiz, ribanın yalnız birinci türüdür. (Ribe’n-nesie) Ribanın ikinci türü ise eşitsizliğe dayalı mübadeledir. Güçsüz olanı sömürmek, ezmek, zor durumda olanın elindeki yok pahasına almak... (Ribe’l-fadl) Ribanın üçüncü türü çok açıklayıcıdır: Bu riba, (Bey’ü’l-garar) mevcut olmayan varlıkların mübadelesini yasaklar. Yani bugün sistem, Bey’ü’l garar yasağı uygulasaydı bu kriz bir mali kriz olarak ortaya çıkmazdı. Ancak o zaman kapitalizm olur muydu o ayrı... Ama Diyanet’in vurgusundaki ‘helal kazancın’, Riba üç halinin de olmadığı bir ekonominin sonucu olacağını söylemeliyiz... Ama bu aynı zamanda, yeni ve adil bir başka sistemdir de...
Eski ezberlerin kurbanları
Hiç şüphesiz yeni bir dünya kuruluyor. En ufak, basit bir gelişmeyi bile artık eski ezberlerle okuyamayız. Örneğin Merkez Bankası, bu hafta başı Ek Parasal Sıkılaştırma (EPS) aracına başvurdu daha öncede Merkez Bankası piyasalardaki oynaklığı (volaliteyi) en aza indirmek için ‘yeni’ bazı araçları -Rezerv Opsiyon Katsayısı gibi- devreye sokmuştu. Bunun dışında Merkez Bankası döviz satarak bu oynaklığa müdahale ediyor. Şimdi bazı yazarlara ve gazetelere bakıyorum, sanki TCMB, bir kur hedeflemiş ve doları aşağı çekmeye çalışıyormuş gibi manşetler atıp, yorumlar yapıyorlar. Herhalde Merkez Bankası’nın başkanı dâhil bütün teknik personeli küresel sermaye alt-üst oluşlarında eldeki rezerv müdahalesi ile kur hedefi olmayacağını bu editör ve yazar arkadaşlar kadar bilirler. En yakın örnek de İsviçre Merkez Bankası’dır. TCMB, yalnız kısa dönem oynaklığı önleyip, piyasayı görülür kılmaya çalışıyor; elindeki araçlar, kur ve faizi, aynı anda, hedeflemeden (zaten hedefleyemez) ve faiz yükseltmeden bu fırtınayı atlatacak güçte... Bu aslında yazılacak bir ayrıntı değil ama eski ezberlerle devam etmenin cahillikten başka bir sonucu olmayacağını anlatmak için yazdım.