Teopolitik son zamanlarda sıkça kullanılan bir kavram. Sosyal ve siyasi gelişmelerin dinle ilişkisini ele alan bir analiz çerçevesini ifade ediyor. Jeopolitiğin bir alt dalı... Din sadece insanların vicdanlarında yer alan duygu ve inançlardan ibaret değil. Aynı zamanda toplumsal hayatı şekillendiren ve dolayısıyla siyasal gelişmeleri etkileyen kültürel bir olgu. Bu bakımdan politik bir konu. Geçmişte de öyleydi, bugün de öyle. Ama bizde teopolitik realite bir dönem yok sayıldı. Yurtta sulh dünyada sulh sloganıyla ifade edilen bir tür izolasyonist dış politikanın izlenmeye çalışıldığı bu dönemde bir taraftan da toplumsal hayatın laikleştirilmesi çabaları sürdürüldüğünden Türkiye’nin teopolitik gerçekliğine sırt dönüldü.
İşte size, üstelik geç döneme ait bir örnek: 1965 yılında zamanın Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Bedrettin Elmalı Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’dan davet alır. Bu davet Türkiye’de büyük bir politik krize yol açacaktır. Ne var ki bunda demeyin. O güne kadar hiçbir Diyanet İşleri Başkanı resmi bir ziyaret için yurtdışına çıkmış değildir. Gazetelerde bu davet aleyhinde yazılar ve yorumlar çıkar. Sarıklı, cübbeli bir adamın laik Türkiye cumhuriyetini temsil edemeyeceği öne sürülür. Başkanlığın bağlı olduğu Devlet Bakanı Refet Sezgin ziyareti uygun görmez. Başbakan Demirel devreye girer ve ziyaret gerçekleşir.
Sadece Tunus’ta değil, bölgede de çok olumlu yankıları olur bu ziyaretin. Elmalı Hoca’ya Libyalı Müslümanlardan da ısrarlı davetler yapılır. O da Ankara’dan izin ister, Tunus’tan Libya’ya geçmek ve Bingazi üzerinden Türkiye’ye dönmek için. Ne var ki Ankara’dan Diyanet İşleri Başkanı’nın “gerekirse derdest edilerek gönderilmesi” yolunda bir nota gönderilir ilgili makamlara. Döndükten sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla görevinden alınan ilk Başkan olarak tarihe geçer Elmalı Hoca.
Geçtiğimiz hafta Kamerun seyahati dönüşü uçakta sohbet ettiğimiz Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’den dinledim Türkiye’nin nereden nereye geldiğini gösteren bu anekdotu. Başarılı bir “dinî diplomasi” faaliyetine sahne olarak ülkedeki 22 ayrı dini cemaatin tek çatı altında toplanmasını sağlayan bu Kamerun ziyaretinin de ilginç bir hikâyesi var: Bir grup Kamerunlu Müslüman geçen yıl Ankara’da ziyaret ederler Prof. Görmez’i ve şu çarpıcı talepte bulunurlar: “Tek bir isteğimiz var. Sarığınızla, cübbenizle gelip Türkiye Cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanı olarak Kamerun’a resmi bir ziyaret yapın ki oradaki birileri bizim de sahipsiz olmadığımızı görsünler.”
Prof. Görmez geçen Ramazan ayında bir iftar sofrasında karşılaştığı Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’yla paylaşır bu ilginç davet hikâyesini. Topçu müjdeyi verir bunun üzerine: Afrika’da yeni uçuş hatlarının açılacağı merkezlerden biri de Kamerun’dur. “Dilerseniz ilk uçuşumuzda bizimle birlikte olun. Resmi ziyaretinize sizi Türkiye’nin milli havayolunun uçağı götürsün” teklifinde bulunur.
O iftar sofrasında kararlaştırılan bu ziyareti ben de gazeteci olarak izledim ve teopolitik vizyonun dış politikada ne derece önemli olduğunu yerinde gözlemledim: Afrika coğrafyası teopolitik vizyonu da olan yeni bir anlayışın dış politikadaki görünürlüğünün başlıca zeminlerinden biri... Burada stratejik planlama çerçevesinde belirlenen merkezlerde Hariciye büyükelçilikler açıyor, Türk Hava Yolları uçuş güzergâhına dâhil ediyor. TİKA’dan Dış Ticaret Müsteşarlığı’na kadar devlet kurumları bir taraftan, sivil toplum kuruluşları diğer taraftan bir tür seferberlik içinde buralarda çalışıyorlar.
Diyanet’in de bu seferberlik içinde yer alması çok önemli. Dış ticaret vs. ile açamayacağız kapılar var dünyada çünkü. Mesela Afrika’daki Müslümanların “dinimizi nasıl koruyacağız, çocuklarımıza din eğitimini nasıl vereceğiz, tarikatlar ve cemaatler şeklinde yapılanan grupları nasıl bir araya getireceğiz veya misyonerlik faaliyetlerine nasıl karşı koyacağız” diye dile getirdikleri kaygılara, sorunlara ve taleplere örneğin sadece dış ticaretle el uzatamazsınız. Bunu Türkiye’deki dini grupların kendi başlarına yapmaları da doğru olmaz.
Zira buradaki faaliyetler Türkiye’nin kolektif yaklaşımını ve Türkiye’nin millî politikasını yansıtmak durumundadır. Diyanet onun için doğru aktör.
Ama siz Diyaneti sadece cami görevlilerin maaşını dağıtan, bir de cuma günleri hutbe yazıp camilere gönderen bir kurum olarak düşünürseniz bu misyonu gerçekleştirmesi mümkün olmaz.