Bu hafta boyunca yaptığımız şu Avrupa Birliği-Şangay İşbirliği Örgütü tartışması hayli eğlenceli ve öğretici idi ama bu tartışma aslında özü itibariyle bir Batı-Doğu tartışması. Şimdiye değin Batı-Doğu arasındaki en belirgin farklılık zenginlik farkıydı. Bakın gelir farkı demiyorum çünkü gelir dinamik bir kavramdır ve bir birikimi ifade etmez bu anlamda tarihi değil, konjoktüreldir. Uzun süreli gelir farklılıkları (adaletsizlikleri) bir dönemden itibaren kalıcı zenginlik farklılıklarına dönüşür. Tarihsel zenginlik farklılığı mutlaka uygarlıklar-medeniyetler- arasındaki baskınlığa da tekabül eder. Zenginliği elinde bulunduranlar oluşturdukları uygarlığı mutlak sayarlar ve diğerlerine dayatarak onların uygarlık zenginliğini yok etmeye çalışırlar. Tarih de bu zenginlik hegemonyasına göre yazılır. Yeniden Doğu’nun ( Re-Orient) yazarı Andre Gunder Frank,’ insanlığın (yanlış) tarihi Avrupa’nın sokak lambalarının ışığında yazılmıştır’ der.
Bu bir süreçtir ve zenginliği elinde bulunduran, oluşturduğu ve sürdürdüğü gelir akımı dinamiğinin sürekli kendi lehine akması sonucu olarak da hem zenginliğini pekiştirir hem de dayatma gücünü mutlaklaştırır. Örneğin Batı’nın malları iyidir, bozulmaz, teknolojisi geçilmez, sağlamdır. Batı’dan gelen öğretiler, hipotezler (varsayımlar) aynı zamanda kanıtlanmış tezdir. Mesela ekonomide yıllardır bizim basında şu hâkim: Ekonomi haberi, yazısı deyince genel yayın yönetmenleri Ayşe teyze, Ali dayı haberi anlarlar. Ayşe teyzenin emekli maaşı enflasyonda ne kadar eridi, filesi kaça doluyor, Ali dayı, faizler düşerse n’apsın? Zaten emekli maaşı ve faizden geçiniyor, parayı çeksin borsaya mı yatırsın… Budur, ekonomi deyince anladıkları… Yani Batı üniversitelerinden ziyade finans merkezlerinde, Merkez Bankalarının büyük oval toplantı masalarında kotarılan zırvalar finans ve iktisat teorisi diye bize yutturulur ama bunları kimse sorgulamaz. Bunlar Ayşe teyzeye, Ali dayıya ah, vah ederler ama Ayşe teyzelerin durumunun o kanıtlanmış (!) ekonomi zırvaları sonucu olduğunu hiç anlamazlar. Bunu da ‘ya ben ekonomiden anlamam ki’ diye anlatırlar. Peki, güncel olan böyle yazılırken, tarih başka türlü mü yazılır. Hayır, tabii ki… Çarpıtılmış güncellik aynı zamanda yanlış bir tarihtir de. Bu yanlış tarih, yok sayılan uygarlıklar, doğru sayılan ama yanlış kavramlar ve siyasettir. İşte bundan dolayı solcu-demokrat olduğunu zanneden bir siyasetçi pekâlâ aslında faşist-ırkçı olabiliyor.
Bu yanlış tarih içindeki çarpıtılmış güncel gerçeklikle devam eden süreçte diyaloglar yoktur. Yani ilkönce uygarlıklar arasındaki diyalog yok olur ve baskın-zengin- uygarlığın ötekileştirmesi, dayatması sürece hâkim olur, artık yalnız hâkim-dayatılan- bir medeniyet ve sürekli savaş hali vardır. Ama bu sürekli eşitsizliktir aynı zamanda.
Şu sıralar hızla ama çok hızlı olarak Batı’nın yüzlerce yıldan beri sömürü sonucu gelir adaletsizliği ile ördüğü zenginlik yıkılıyor. Hem de ilk başladığı yerde yıkılıyor. İlk başladığı yer İspanya’dır. 1490'larda İspanya kıyılarından yola çıkan gemiler bilinmezliğe gitmiyorlardı. Hiç gün yüzü görmemiş topraklar, madenler ve köleleştirilecek insanlar bulmaya gidiyorlardı. Aynı tarihlerde mesela 1490’larda İspanya’daki İslam etkisinin de sonuna geliniyordu.
Burçin Erdi’nin Sevilla’da ki sergide yer alan bir resmi
Sevilla ve Burçin Erdi
Mesela Sevilla hem Müslüman İspanya’nın başkenti diye bilinir ama hem de sömürgeci ‘yenidünya’ nın başlangıç merkezi. Sevilla, 16. Yüzyılda, İspanya’nın dolayısıyla Batı’nın Amerika ile kurduğu sömürgeci ticaretin başkenti de olmuştur. Çok ilginç ve ironiktir; şimdi işte tam şimdi bu Sevilla’da bizim genç bir ressamımız Burçin Erdi, Diyaloglar ismiyle bir sergi açtı. Diyaloglar sergisi hakkında yazan Ankara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kıymet Giray, sanatçının resimlerini şu sözlerle yorumluyor; ‘ Erdi, değişen coğrafyalar değişmeyen insan ilişkileri üzerine farklı ve yeni arayışlara girer. Akdeniz kültürünün zengin verilerini, dünyanın en güzel ışığıyla aydınlanan Akdeniz renkleriyle tuvallerine taşıyan genç sanatçı, kompozisyonlarında da iki farklı ülke, iki farklı kültür üzerine geliştirdiği diyaloglara öncelik tanır. Sokakları, binaları, sokakların duvarlarını saran grafitileri, ağaçları, kaktüsleri, motifleri ve hatta yemek sofralarıyla çok yakın dostlukları ve deneyimleri tuvallerine aktarır’Burada Prof. Giray’ın ‘değişen coğrafyalar değişmeyen insan ilişkileri üzerine farklı arayışlar’ cümlesine dikkatinizi çekerim. Burçin Erdi’nin resimlerindeki sofralar ve insanlar yalnız ne batılıdır ne doğulu ve sofralarda yalnız diyalog vardır, diyalog eşitlenmeye yolculuk demektir, yenilenmek karşıdakini almak ve vermek demektir. Ne batıdır ne de doğu orada hegemon olan, dayatılan yoktur. Bence bir yolunu bulup Burçin Erdi’nin 3 Mart 2013’a kadar sürecek İspanya – Sevilla’da Casa de la Provincia Sanat Galerisi’ndeki sergisine gidin.