Günlerdir maksatlı bir tartışma ‘makul’ bir görüntüde sürdürülüyor.
Tıpkı Gezi Parkı’ndaki ‘ağaçlar’ 17 Aralık’taki darbe teşebbüsünün şifresi ‘yolsuzluk’ gibi “Demokrasi’nin önündeki en büyük engel” olan yüzde 10 barajı konuşuluyor.
Buna kim itiraz edebilir ki!..
Peki, gerçekten öyle mi?
Aslında bu engeli, demokrasinin önünden kaldırması gereken Meclis yani siyasi partilerdir. Ama 30 Eylül 2013’te benim de hazır bulunduğum salonda AK Parti’nin sunduğu “Ya hiç, ya 3” teklifini, “kendilerini kârlı çıkaran bir teklif” diye kimse ciddiye almadı. Muhalefet, farklı bir teklifle anlaşma zemini de aramadı ve dışarıda kalanları görmezden geldi. Herkes, bir baraj problemimiz yokmuş gibi davrandı.
Amaç baraj kapaklarını açmak mı?
Nihayet ülke seçim sath-ı mailine girdikten sonra ortaya “paat” diye bir baraj düşüyor. Ve birden bire yüzde 10 barajının, “Darbe döneminin bakiyesi” olduğu hatırlanıyor, yerden yere vurulmaya başlanıyor.
Özellikle muhalefet... Kimi “Taş çatlasın 3-5 olur, daha fazla olmaz” diyor. Kimi de barajda boğulacağını bile bile “Biz giriyoruz” diye meydan okuyor!
Madem bu kadar darbe karşıtıydınız, ‘Darbe Anayasası’ndan kurtulmak için kurulan Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda neden ipe un serdiniz?
Elbette şimdi de mesele ‘baraj’ değil. Öyle olsaydı konu, çözüm yeri olan Meclis’te gündeme gelirdi. Oysa, bir sahil kentindeki loş bir salonda hem de ‘sonraki hayatı’na hazırlanan Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından piyasaya sürüldü.
Üstelik daha ortada bir mahkeme kararı yokken...
Bence bu, ihsas-ı rey değil, ihsas-ı karar... Hatta olmayan ‘karar’ın yorumu bile var: “Yeni düzenlemenin uygulanması için bir yıl beklemeye gerek yok, ilk seçimde uygulanır.”
Aslında ‘baraj’ sadece ambalaj
Model aynı... Dikkat ederseniz konu, kimsenin itiraz edemeyeceği yüzde 10 barajı üzerinden tartışılıyor. Oysa şu aşamada hiçbir pratik anlamı olmayan bu mesele, tıpkı ‘yeşilin korunması’ veya ‘rüşvetin önlenmesi’ gibi yine bazı karanlık paketlere ambalaj olarak kullanılıyor. Kimse, vesayetin son kalesi olan yargıdaki hukuksuzların son örneğine; Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkiyi kötüye kullanmasına bakmıyor. Çünkü ‘ortak düşman’ paydasında birleşen ‘dostlar’ birbirinin kusurunu görmüyor...
Halkın iradesi ayar kabul etmez
Velhasıl...
Son yıllarda sık sık şahit olduğumuz “halkın iradesine ayar verme” teşebbüslerinin yeni bir versiyonu ile karşı karşıyayız. Şimdiye kadar denedikleri farklı yöntemlerin işe yaramadığını görenler, ‘son viraj’ olarak gördükleri 2015 seçimlerinde mutlaka treni durdurmak istiyorlar.
Oysa her teşebbüslerinde suratlarına çarpan gerçeği yine unutmuş görünüyorlar.
Sadece edebiyatını yaptıkları demokrasilerde asıl güç milletindir. Ve millet, barajların dibine de saklasalar kendisine karşı kurulan tuzakları bulur ve bozar...
KAFAMA TAKILANLAR..
Kim bu devlet?..
Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, ‘devletin yürüttüğü çözüm süreci’nin geride kaldığını, şu anda devlet tarafından değil, siyasetçiler tarafından, ülkenin bölünmesi ve parçalanmasına yönelik bir çalışma yapıldığını söyledi. (30 Kasım 2014 CNN Türk)
Çözüm Süreci’ni bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve hükümeti çok güçlü bir irade ile yürütüyor. Bu sürece katılmayan bu “devlet” kim ola ki acaba?.
Hangi mahallenin baskısı daha iyidir!..
AK Parti iktidarında en çok duyduğumuz ifade “mahalle baskısı” oldu. Hükümet ne zaman sosyal hayata dair bir adım atsa karşı mahalleden koro halinde “hayatımıza müdahale ediliyor, mahalle baskısı var” yaygarası yükseldi. Ne o mahalleyi ne de baskısını bir türlü görememiştim. Ne zaman ki mahallelerinden birilerini başkalarının yanında gördüler ‘mahalle baskısı’nın ne olduğunu öğrendik. Meğer baskının hası, karşı mahalleden değil, yan komşudan gelenmiş...