Türkiye’de tartışılan çok konu var ve bazen bu tartışmalar atılan bazı adımların kamuoyunda hak ettiği yeri bulmamasına yol açıyor. Bu da bizi iç dünyamıza odaklanarak dış dünyayı görmezden gelme kolaycılığına sürüklüyor. Oysa Türkiye’nin kurumları sadece iç meselelere değil; dış dünyada bugüne kadar edinilmiş yeri korumak ve daha da ileri bir aşamaya götürmek için sürdürülen son derece önemli çabalar bulunuyor.
Ne yazık ki Türkiye’nin dış politikada her kıtaya, her ülkeye “uzanma” girişimleri, içeride yaşanan 15 Temmuz darbe girişimine kurban edilmiş durumda. Kurban edilmesine en büyük katkıyı sağlayanların da “dış basın” manipülasyonu olduğuna şüphe bulunmuyor.
Bununla birlikte, aşağıda vereceğimiz iki örneğin iç kamuoyundaki karşılığına bakılırsa, sadece “dışarıdaki” kamu diplomasisi eksikliğimizi değil, içerideki kamu diplomasisi yetmezliğimizi de eleştirmek için nedenlerimiz olduğuna dikkat çekilebilir. Zira bugün dış dünyada Türkiye’nin yaptıklarının hangilerinin içeride daha popüler olacağı gibi bir tercih kullanılıyor olabilir ama bu Türkiye’nin son derece farklı seçeneklerle kendisine güçlü bir konum aradığı gerçeğini yadsımayı gerektirmiyor.
İTT, Dışişleri Bakanları olağanüstü toplantısı
Örneklerden birisi, İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Olağanüstü İcra Komitesi’nin toplanmış olması. Türkiye’nin çağrısıyla Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail politikalarını konu edinen olağanüstü toplantı, uzun zamandır İslam dünyasının bir olay karşısında ortak tepki vermesini sağlayan ilk girişim oldu.
İslam dünyasının bazı ülkeleri Türkiye’yi “fazla seküler”, bazıları da fazla “dindar” bulsalar da, sonuç itibarıyla tüm Müslümanlar, hatta tüm Semavi inançlar açısından kutsal olan bir bölgenin tek bir güç tarafından zaptı rapta alınma girişimine Türkiye aracılığıyla tepki gösterilmesini sağlamak son derece önemli bir gelişme. Üstelik unutmayalım, bu girişim Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesinden ödün vermeden, Katar ile ortak tatbikat yapılan ve İran ile de ilişkileri dengede tutan bir dönemde gerçekleşiyor.
Dolaysıyla bu olağanüstü toplantı, aslında sadece İslam ülkelerinin işbirliği gereğine işaret etmiyor. İyi kütü AB adayı, NATO ve Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye’nin kendisi ve kendisine benzer ülkeler yoluyla “Doğu-Batı” ayırımını kaldıracak köprülere de işaret ediyor. Türkiye’yi ısrarla bu pozisyonda görmek yerine “Doğu“da görmek için çaba sarf eden dış kamuoyuna, iç kamuoyu ile destek vermediğimizi söylemek ise kolay değil.
ECLAC üyeliği
İkinci örneğimiz ise, Türkiye’nin BM Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu’na (ECLAC) üye olarak kabul edilmesiyle ilgili.
2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şili ziyareti sırasında karara bağlanan bu işbirliği, bugün onaylanmış durumda. Latin Amerika nerede, Türkiye nerede diye düşünülebilir. Ancak eski terimiyle “üçüncü dünya”, bugünkü terimiyle “kalkınmakta olan ülkeler” grubu, dünyanın geleceğini belirleyecek ana ekseni oluşturuyor. Buradaki hassas nokta, küresel sistemi belirleyen ABD, Rusya, Çin ve bazı Avrupa ülkeleri ile hem anlaşmazlık yaşayan hem de konuşabilen ülkelerin işbirliğinin söz konusu olması.
Türkiye’nin çabaladığı alan, sistem güçlerine alternatif bir hareketin liderliğine soyunmak ya da içinde yer almak değil; tam tersine küresel yarılmalara engel olabilecek tüm girişimlerin içinde yer almak.
Dış kamuoyunun ECLAC’ı görmemesini anlamak kolay da, iç kamuoyunun yeteri ölçüde değerlendirmemesini anlamak kolay değil. Türkiye, sınır ilişkileriyle konumlandırılmayı hak etmeyecek kadar kapasiteye sahip.