Bir ara “Bu Feridun Sinirlioğlu İsrail ile bir işler karıştırıyor ya, bakalım ne çıkacak?” gibi haberler yapıldı bizim medyada. İsrail ile ilişkileri geliştirme işi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun başına kalsaydı herhalde epey dayak yiyecekti. Ama görüldü ki o bir devlet memurudur ve Hükümetin inisiyatifi ile hareket etmektedir.
- Kısa süre önce birilerimiz “Düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak lazım” gibi bir kampanya yürütse, Hükümetin dış politikasına yönelik bir saldırı muamelesi görür, hainlikle suçlanırdı. Ama Binali Yıldırım Başbakan olduğundan beri “Düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak lazım” diyor ve peşinden İsrail, Rusya, Mısır açılımları geliyor, bu defa bu politikanın erdemi üzerine döşeniyoruz.
- Vaktiyle rahmetli Özal “Irak’ta bir koyup üç almak lazım” dediğinde ben, “Bu greko-romende salto atmaya benzer, onun için de büyük güç gerekir, eğer o gücünüz yoksa salto atmaya kalktığınızda kendi oyununuza gelebilirsiniz” diye yazmış, Ak Parti iktidarları döneminde de bu yazıya sık sık atıfta bulunmuştum. Diplomaside “Güç değerlendirmesi”nin hayati olduğunu, arkasına güç koyamadığınız çıkışların çok ciddi negatif geri dönüşleri olacağını yazmıştım. Eminim o tür yazılar da “Türkiye’nin kutlu yürüyüşü”nü anlamamak şeklinde değerlendirilmiş, hatta “Yürek zaafiyeti” çerçevesinde yorumlanmıştır.
- Sayın Cumhurbaşkanımızın Başdanışmanı Yiğit Bulut TRT Haber’deki bir programda şunları söylüyordu: “Balkanlar Türkiye’ye doğru dönüyor. Balkanlar bu coğrafyanın merkezine dönüyor. Yunanistan’da Romanya’da Bulgaristan’da bunlar konuşuluyor halkın arasında. ‘Avrupa Birliği’ni boşver Türkiye’yle birlikte yeni bir senaryo ne olabilir’, bu halkın arasında şu anda konuşuluyor. Belki Alman hükümetinin baskısıyla hükümetler konuşamıyor ama halk şu anda Osmanlı İmparatorluğu’nu da çok iyi bilerek, İstanbul’dan nasıl yönetilirizi konuşmaya başladı. Bakın bu çok açık. Ortadoğu ‘İstanbul’dan nasıl yönetiliriz’i konuşuyor. Orta Asya’da ‘İstanbul’dan nasıl yönetiliriz’ konuşuluyor. Afrika’da ‘İstanbul’dan nasıl yönetiliriz’ konuşuluyor.” Bunları okuyunca şaşırıp kalmıştım. Böyle bir söylem şayet Türkiye’nin beyin jimnastiği içinde cereyan etmekte ise bunun dünyada nasıl okunacağını görmek lazımdı.
- Şu son durumda normalde İsrail özür diliyor, İsrail tazminat ödüyor ve Gazze’ye yardım konusunda İsrail geri adım atıyor ama Hükümetin geri adım attığı tartışılıyor. Neden?
- Rusya’nın Suriye politikasından rahatsızdık, herhalde hala rahatsızız, İsrail’in Filistin’deki işgalinden rahatsızdık, herhalde hala rahatsızız. Ancak uçak düşürülmesi dolayısıyla Rusya’dan özür beklerden özür beyanı noktasına geldik. Çünkü çıkarlarımız açısından Türkiye - Rusya ilişkilerinde gelinen noktanın tamir edilmesi gerektiğini düşünmeye başladık. Burada soru şu: Rusya ile Suriye’de işler yine kötü giderse -ki gidiyor- tepki koyabilecek miyiz, ortaya koyacağımız tepkinin kıymet-i harbiyesi büyük zaaf taşımayacak mı? İsrail’e karşı “One minute”lerden, Mavi Marmara’lardan geliyoruz buraya. Filistin’de zulüm var ve insani olarak son derece haklıyız tepkilerde. İslam dünyasında da öne çıktık bu konuda. Şimdi reel politik İsrail’i ve bizi anlaşmaya götürdü. Soru şu: Bundan sonra İsrail’e yönelik tepkiler, kıymet-i harbiye olarak bir hayli zaaf taşımaz mı? Yani öz olarak “Yüksek volümlü dış politika söylemimiz” geri dönüş olarak önemli problem yaşamayacak mı? Bundan sonraki yüksek volümlü çıkışlarımız ciddiyet sorunu yaşamayacak mı? Açıkçası, acaba dış politika yönetiminde psikolojik zemin olarak bir şey kaybettik mi?
- Aslında Ak Parti hükümetleri “Komşularla sıfır sorun”la, potansiyel stratejik derinliği ekonomik ilişkilerle kinetik enerjiye dönüştürme iradesiyle yola çıkarken çok doğru hareket etti. Ama öyle kalamadı. Belki bırakmadılar. Belki bizim yapımızda biraz “Güç değerlendirmesi”ni aşan “Hamaset sevgisi” vardı. Geldik bugünlere. Problemleri azaltmak iyi, dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak da iyi. Ama gene de bir hasar tespiti yapmak son derece hayati.