Pek çoklarına göre 6 Kasım seçimlerinden sonra Amerika kararlılıkla Suriye sorununun üstüne gidecek ve Libya’dakine benzer bir müdahale gerçekleşecek. Böylece Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin üstüne binen yük hafifleyecek, Suriye’de yeni bir rejim kurulacak.
Ama görünen o ki bu çok gerçekçi bir beklenti ve üstüne siyaset kurulabilecek bir senaryo değil. Amerika her geçen gün müdahale alternatifinden daha fazla uzaklaşıyor. Kendisine karşı gösterilen tepkilerden dersler çıkartıyor, Libya’da büyükelçisinin öldürülmesini “Arap baharı” ile bağlantılandırıyor.
***
Onların düşünce sistematiğinden baktığınızda haksız olduklarını söylemek de çok zor. Tıpkı bizim mülteci kamplarından çıkan olaylardan sonra gösterdiğimiz tepkiyi gösteriyorlar. “Arapları biz özgürleştirdik, şimdi bu tepki ne?” diye bakıyorlar. Tahrir meydanında toplanan beyaz yakalı ve tabii ki “Batılı” gençlerin rejim değişikliğine odaklandığı günleri özlüyorlar.
Biliyorlar ki Batı’ya karşı tepkinin kaynağında olan Filistin sorununu çözmeleri imkânsız. O yüzden de Bernard Lewis’in bir zamanlar söylediği şeylere sarılıyorlar, sorunu Arap aşağılanmışlığına, psikolojisine, sosyolojisine indirgiyorlar. Sokağı kontrol altında tutacak diktatörleri devirmenin ne kadar akıllıca olduğunu tartışıyorlar.
Ancak tek sorun Amerika’nın kendisine gösterilen tepkilerden duyduğu rahatsızlık değil. Her şeyden önce ortada bir meşruiyet meselesi var. Libya’da olduğu Arap Ligi Suriye’ye müdahale için davetiye çıkartmadı. BM Güvenlik Konseyi 1973 sayılı kararına benzer bir karar almadı. Üstelik Amerika, İngiltere ve Fransa da Rusya’yı ve Çin’i Suriye için karşısına almak istemiyor.
Zaten ekonomik krizle boğuşan Avrupa’nın Suriye macerası için parası da yok. Libya müdahalelerinin sonucundan mutlu olduklarını söylemek de olanaksız. Ayrıca Suriye hiçbir açıdan Libya olarak görülmemekte. Bulunduğu coğrafi konum, bölgesel sorun çıkartabilme kapasitesi, ittifakları, elinde bulundurduğu kitle imha silahları müdahale yapma yeteneğini elinde bulunduranları düşündürmekte.
Bu haftaki Economist dergisinde anlatıldığı gibi Suriye’nin elinde bulunan konvansiyonel silahlar da hafife alınamayacak cinsten. Komşusu İsrail’i caydırmak için edindiği hava savunma sistemleri gerçekten caydırıcı nitelikte. Rus/Sovyet yapımı SA-b 22, SA- 17, SA-5 hava savunma sistemleri ve 4 bin civarında olduğu tahmin edilen Stinger benzeri omuzdan atılan füzeleri var.
Economist’e konuşan uzmanlar bu sistemin çökertilmesi için en az 450 hedefin vurulması gerektiği belirtiyorlar. Bu da müdahaleye kalkışıldığında 200 bombardıman, 100 de destek uçağının aynı anda havada olması, 600-700 kadar seyir füzesinin kullanılması demek.
Libya için sadece 221 seyir füzesi kullanıldığı düşünüldüğünde az kayıp vererek yapılabilecek bir müdahalenin hiç de ucuz olmayacağı anlaşılabilir. Böylesi bir yükü kaldırmaya ne Amerika, ne de Avrupa hazır. Baas rejimi bir çılgınlık yapıp Türkiye’ye saldırmazsa, NATO’yu kuran Washington Antlaşması’nın “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” diyen beşinci maddesinin devreye girmesi de imkânsız.
Aynı derginin yazdığına göre Amerikalılar henüz detaylı müdahale planı yapmamış. Dün Kültür Üniversitesi’nde (GPoT) konuşan NATO Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Hüseyin Diriöz’ün söylediklerinden benim çıkarttığım sonuç NATO’nun da henüz böyle bir derin planlama hazırlığı içinde olmadığı yönünde.
***
Görünen o ki ister insani yardım koridoru oluşturmak, ister uçuşa yasak bölge kurmak, ister doğrudan rejim devirmek için olsun müttefiklerimizde, özellikle de Amerika’da oluşmuş bir siyasi irade bulunmamakta. Olan da nefret suçu içeren bir filme gösterilen tepkilerle iyice azalmakta.
Bu, doğal olarak Suriye’ye müdahale yapılmaz, yapılamaz anlamına gelmiyor. Ama sorunun çözümü için siyasi ve diplomatik yöntemlerin öncelenmesi gerektiğini gösteriyor. Neyse ki Türkiye de siyaseti ve diplomasiyi ön plana çıkartan bir yaklaşım sergiliyor. Umarız Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin inisiyatifi ile başlayan süreç sonuç getirir...