(Pazar günleri, okuyucuların görüş ve eleştirilerine ayırdığımız bu sütunda, bir diğer 'Okuyucularla Hasbihal'e daha, muhterem okuyucuları selamlayarak başlıyoruz.)
*Almanya'dan, isminin -mâlum sebeplerle yazılmamasını isteyen- bir okuyucu diyor ki: 'Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın geçen gün Mısır'a gidince, oradan Amerika'ya, 'Köpeğine sahip çık, tasmasını elinde tut!.' demesi var ya; gidip Hakan Bey'e sarılasım, elini öpesim geldi.. Bu alçaklar ancak bu dilden anlıyorlar..
Evet, aynen öyle.. Siyonist İsrail rejiminin başındakiler, tasması gevşetilmiş, kuduz köpekler durumundalar.. Amerikan Kongresi'ndeki yüzlerce senatör ve temsilcinin, o, tasması bırakılan kuduz yaratığı bir de dakikalar boyu alkışlaması bile, durumu açıklamaya yetiyordu.. Ama, o senatörler arasında Bernie Sanders gibi vicdan sahibi Yahudi senatörler de vardı.. Onların yeri elbette ayrı..
Elbette, bu sözden her yerde olduğu gibi Almanya'daki mâlûm çevreler de rahatsız oldu..
Ama, onlar, kaniçici Siyonist İsrail çetesinin Dışişleri Bakanı'nın Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan'a, Saddam Huseyn'in âkıbetini hatırlatmasına ise, tek kelime bile etmediler.
Bu barbar ve kaniçici Siyonist çetenin destekçisi olan medya organları, şimdi de Erdoğan'ı Yahyâ Sinwar'la yan yana gösteren foto-şop'lar yayınlıyorlar ve 'terörist' olarak niteledikleri Sinwar'ı Erdoğan'la bir arada göstermekle akıllarınca onları yıpratacaklarını sanıyorlar.. Öyle kaatiller güruhunun yanında olmaktansa, mazlumların yanında olmak, evet , bir şereftir..'
--Evet, bu okuyucumuzun duygularını yansıtan mesajını bu kadar özetleyebildim.. O eski diplomatın, Hakan Fidan'ı eleştirirken 'diplomaside böyle şey olmadığı'nı söylemesi ilginçti.. Şu kadarını belirtelim ki, 2009 yılında, İsviçre-Davos'daki 'Ekonomi Forumu' esnâsında katıldığı bir tv. programında, dönemin Siyonist İsrail'in cumhurbaşkanı İzak Rabin'in, 'Türkiye'yi, Filistinlileri yüreklendirmekle suçlaması üzerine, Tayyib Erdoğan'ın ona, bir 'One minute!..' çekip müthiş bir karşılık verdiğinde de, bugünkü bu eski diplomatın partisinin o zamanki lideri de, hemen, 'Eyvah, Türkiye'nin 80 yıllık diplomasi geleneği mahvoldu.. Diplomaside böyle şey yok..' demişti.
Şimdi de, bu eski büyükelçi, tam bir 'mon cher' edâsıyla Hakan Fidan'ı eleştirirken, 'Cumhuriyet diplomasisinde böyle bir diplomasi bilmezlik görülmüş değil!. ' diyor..
'Diplomasi bilmezlik'miş..
O kişi, partisinin hangi liderinin, 'itimadnâmesi'ni vermeye gelen Mısır'lı elçinin başındaki fes'i kimin çıkarıp attığını; ya da, içkili bir yemekten sonraki dans faslında sergilenen iğrençliği söyleyebilir mi?
Bu diplomasiyi iyi bildiği iddiasıyla konuşan eski büyükelçi, 1967'deki '6 Gün Savaşı'nda, siyonist İsrail rejimi, Suriye- Ürdün ve Mısır ordularına karşı güçlü Amerikan İstihbaratı'yla kazandırıldıktan sonra, dönemin Amerikan Başkanı Johnson, arab rejimlerinin Washington'daki elçilerini topluca kabul ettiği sırada, köpeğinin, ikide bir paçasını dişlemeye çalışması karşısında elindeki asâ ile köpeğinin kulağına vururken, köpeğine, 'İkide bir paçamızı dişlemeye çalışanın nasıl dayak yediğini unuttun mu?' deyişini okumadıysa, okusun..
*İstanbul'dan Nedime Yılmaz ve Londra'dan Sümeyye Baltacı aynı konuya değinerek, geçen hafta , Londra'da 'üç çocuğun yabancı birisi tarafından öldürüldüğü ' ve o yabancının adının da Ali olduğunu iddia edip, 'hayalî suçun hayalî faili'nin de Müslüman olduğu yalan haberini yayan alçakların mescidlere ve diğer 'Müslüman mekânlarına saldırmaları ve Müslüman olduğunu tahmin ettikleri kimselere tükürmeleri' şeklindeki utanç verici sahneleri sergileyenlerin perde gerisinde, bir ing. kadınının bulunması yurdumuzda da, başka ülkelerden gelmiş olanların üzerine iftiralar atan ve bazı aşağılık tipleri saldırtan iğrenç ırkçıların, Londra'daki kadın tahrikçiden farklarının olmadığını' belirtiyorlar..
-Evet, bu hanım kardeşlerimiz söyleyecek sözü söylemişler , ama, ırkçı kafaların bundan bile utanmak yerine, kendilerine bir yöntem bulmaya çalışacak kadar 'ileri derecede geri zekâlı ve utanmaz' olduklarını unutmamak gerek..
*Çankırı'dan İbrahim Keleş de, 'Ağabey, sonunda ağzındaki baklayı çıkarıp, masonları da övmeye başlayan bir tarihçi'ye gereken cevabı vermiyecek misin?' diyor..
-Hatırlatmanız ve hepimizin, bu gibi tiplerin asıl beslendikleri kaynağı bilmemize yarayan bu açıklaması, nabza göre şerbet verici tavırlarıyla temayüz eden bu kişinin onun yüzündeki maskelerinden birinin daha düşürmesi ve nicelerinin uyanmasına vesile olacağı ihtimaliyle bir de memnun olmalıyız..
* Bursa'dan Rafet Düğmeci isimli edebiyat hocası beyefendi de ; 'Sizin yazılarınızda, 'şehîd , cihad, mücahid, mescid' gibi ve benzer nice kelimelerin yzılışına dikkat ettiğinizi görüyorum ama, bazen yine de onların sonundaki (d)'lerin (t) olarak yazıldığını görüyorum ve şaşırıyorum..' diyor, haklı olarak..
-- Rafet Bey'e teşekkürler, maalesef öyle oluyor bazen.. Çünkü, bilgisayar yapım merkezlerine, Türk Dil Kurumu kendi imlâ kurallarını veriyor ve onlara uymayınca hemen o kelimenin altına bilgisayarda bir kırmızı çizgi çiziliyor, yanlış işareti olarak.. Sanki herkes TDK'nun kurallarına uymaya mecbur imiş gibi.. Ünlü şair Abdulhak Hâmid, bu gibi imlâ dayatmalarına isyan ederek, 'ömrümün sonunda 'ham it' de oldum' dermiş.. Kaldı ki, 'hâmid ve Hamîd' kelimelerinin de mânâları tamamen farklı. 'Şapka' denilen (^) işareti de kaldırıldığından, 'kar' ve 'kâr' kelimeleri bile ayırt edilemiyor, komik ve hattâ çirkin mânâlar bile ortaya çıkıyor.
Başka kültür dünyalarının kelimelerini aynen yazmamız gerekli görülürken, kendi kelimelerimize gelince bilgisayarların otomatik hâfızalara bağlanması bir başka dayatmacı mantığı yansıtıyor.
Bu konuda, -TDK'ya rağmen- daha hassas olmaya mecburuz..
*