Almanya Başbakanı Merkel’in dinlenmesinin ABD tarafından kabul edilmesinden sonra bu uygulamanın dünyanın birçok ülkesinde de yapıldığı ortaya çıktı ve ABD buna itiraz etmedi. Tartışmayı bu olayı örnek alarak ülkeler arasındaki ilişkileri inceleyebiliriz.
İkinci Dünya Savaşından sonra Batı Avrupa ABD’nin Doğu Avrupa SSCB’nin dostu ve müttefiki oldu. Eğer bu Avrupa ülkelerinin kendi iradelerinin bir sonucu olsaydı bunlardan hiç değilse birisi cetvelle çizilen taraflarından birinden karşı tarafa geçerdi. Kontrol eden iki büyük ülke kendi tarafındaki ülkeleri dost ve müttefik, karşı tarafı hasım ilan etti.
Avrupa’nın her iki tarafındaki ülkeler, halk farkında olmasa bile, durumun farkındaydı. Özellikle Almanya ve Fransa bu durumun bir nevi kontrol uygulaması olduğunu biliyordu ve başından beri karşıydılar ama değiştirecek güçleri olmadığı için katlanıyorlardı.
***
Sovyetler Birliğinin dağılması bu kontrolü zayıflattı. Zaten Avrupa Bağımsız bir güç olmak amacıyla AB’yi kurmuştu ama kuruluş içinde rekabet vardı. İngiltere Ortadoğu’da kontrolünü artırarak diğer AB üyelerinden üstün olmak istiyordu. Nitekim bu konuda Türkiye’nin üyeliği tartışma yaratmıştı. Üyelerin hiçbirinden daha önemsiz değil iken rekabet nedeniyle dışlandı. Bu üyeliğe Almanya ve Fransa karşı çıkıyordu. Bu önemli ülkenin İngiltere kontrolünde olduğunu ve kendilerinin daha etkisiz hale geleceğini düşünüyorlardı.
Dünyada hiçbir şey olduğu gibi kalmazdı. Her ülkede değişim yaşanıyor ve Uzakdoğu’da yeni bir güç oluşuyordu. Bu güç Çin idi. Avrupa ile yakınlaşarak etkinliğini artırmak ve Afrika gibi bakir alanlarda etkili olmak istiyordu. Çin’in özelliği, geçmişte ABD’deki sermaye çevrelerinin burayı bir üretim üssüne çevirmek istemesi ve bu nedenle dünyanın en büyük ihracatçısı durumuna gelmesiydi. ABD yeni bir model ve bunu gerçekleştirmek için bir strateji geliştirmeye mecbur kaldı. Dünyadaki yeni güç kaynağı bir takım ülkelerde olsa bile onu ABD ve Avrupa’daki sermaye kontrol ediyordu. ABD başlangıçta küresel sermaye adını alan bu gücün kendi yönetiminde olduğunu düşünerek etkisiz kaldı. Ancak ABD içindeki bu güce İngiltere de eklenmiş ve daha etkili hale gelmişti. ABD artık bir güç merkezi değil küresel sermayenin yönettiği ülkelerden biri haline gelmişti. Çin bu sermayenin kaynaklarının başında geliyordu ama kaynaklardan akan suyu artık, bir barajda toplayıp kullanan ve devletlerden bağımsız olan Küresel Sermaye idi. 11 Eylül Küresel Sermaye ile ulus devletlerin çatışmasının başlangıcı oldu. Şimdi ABD bu çatışmayı sürdürüyor. Stratejisini şöyle değerlendirebiliriz. Çin’in ihracatını sınırlayarak suyu kaynağında sınırlamak ve Çin’in ihracatının azalması için parasının değerinin yükselmesini istemiş ve bunun ekonomi kurallarının bir gereği olduğunu söylemiş ama başarıya ulaşamamıştır.
Yeni strateji parasal hareketi kontrol etmek ve bunu sınırlamaktır. Dünya bu amaçla dinleniyor. Eğer buna katılmıyorsanız dost düşman kriteri dünyanın tamamının dinlendirilmesini gerektirmez. ABD şimdi dünyadaki parasal hareketi kontrol ediyor ve onların güçlerini ve uyguladıkları politikayı tespit edip taarruza geçmeyi planlıyor. Bu amaçla paranın rolünü ve etkisini azaltmak isteyeceğini ve ona yeni bir rol vereceğini yazmıştım.