Bugün oldukça yanlış bir varsayım üzerinde durmak istiyorum; ‘27 Mayıs, Türkiye’de solun ortaya çıkmasına, gelişmesine yardımcı olmuştur.’
Bu yaklaşım, belki ancak şöyle doğru olabilir: 27 Mayıs darbesi, Kemalizm’le ‘sosyalist’ solu harmanlamış ve bugün kendisine ‘sol’ diyen- en radikalinden ‘sosyal-demokratına’ kadar- tarih dışı bir garip çevreyi, Türkiye koşullarında, oluşturmuştur.
Bu çevre, aslında 27 Mayıs’ın özünde olan ‘aydınlanmacı-Jakoben’ geleneği miras edinmiş, 68 ruhunu ve o yıllardaki üçüncü dünya halk ayaklanmalarını sos olarak kullanarak, bugünkü ‘ideolojik bütünlüğüne’ (!) kavuşmuştur. Tabii ki bu çorbanın içine Mustafa Kemal de, Mao da, Stalin de aynı anda girmekteydi.
Ancak biraz kazıdığınızda bu tarih dışı ucubenin sol ve sağ tarafının yalnız iki önemli isimle anlatılacağını görürsünüz. 27 Mayıs’ın oluşturduğu temel ideolojinin radikal sol tarafını en iyi Fransız Blanqui’nin (Blanki) görüşleri anlatır. Jakoben anlayışa hayat veren Louis Aguste Blanqui (1805-1881) bir ayaklanma, komplo teorisyeni idi. İktidarı ancak küçük bir azınlığın alabileceğini söyleyip durmuştur. Blankizm, iktidara gelmenin tek yolunun elit azınlığın darbe ile yönetime el koyması olduğunu söyler. Blanki, iktidara gelmek için, suikastları ve bunların yaratacağı kaos ortamını temel yol olarak anlatır. Bu anlayış, farklı teorilerle (!) Türkiye’de solun çizgisini önemli ölçüde belirlemiş, bu yolla iktidarı ele geçirme ve iktidar olma yaklaşımı da, Kemalizm ambalajı ile darbeci ordu geleneğinin ideolojik ve politik çıkışı olmuştur.
Ancak bu ‘sol’ anlayışın bir de sağ versiyonu vardı. Bu versiyon da 27 Mayıs’ın pekiştirdiği ‘yeni’ Kemalizm’de hayat bulmuştur. Bu Frankocu faşizmdir. Frankocu faşizm, Amerika’nın soğuk savaş konjonktüründe desteklediği askerî diktatörlük biçimidir ve gücünü Amerikan emperyalizmden alır. Türkiye’deki askerî darbelere de önemli ölçüde model oluşturan Frankocu anlayış, yine Kemalizm yerli ambalajıyla ‘millileştirilmiştir’. Bugün görüyoruz ki, 27 Mayıs’ta pekiştirilip yeniden servis edilen ‘sol’ Blankist anlayışla Frankocu sağ-faşist anlayış, Türkiye’de laik-faşist yeni bir çizgide buluşuyor ve bu çizgi kimi zaman ‘sol’ ambalajla kimi zaman da sağ-faşist özüyle servis ediliyor.
Ama bu iki anlayışın da açık bir hedefi ve nefreti vardır: Din
Din, daima bu ‘modern’ faşist anlayışın sol ve sağ tarafı içinde ikili bir korkuyu başından beri içerir: Birincisi; din, ‘modern-faşist’ aydınların seçkinci yaşam tarzını ve kültürünü tehdit eden bir alternatiftir. İkincisi ise; din, bu anlayışın hem sol hem de sağ tarafı için, halkla arasındaki perdedir. Bunun farkında olan bu anlayış, Türkiye’de her zaman Marx’ın o ünlü ‘Din halkın afyonudur’ deyişine sarılmıştır.
‘Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu ve kalbidir.’
Ama Marx, tabii ki aydınlanma sonrası ve onu aşan bir filozoftur ve bu deyiş hiç de ‘bizimkilerin’ anladığı ve anlattığı anlamda söylenmemiştir: “Dinsel sıkıntı hem gerçek sıkıntıların bir dışa vurumu hem de gerçek sıkıntılara karşı bir protestodur. Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi, ıstırap içindeki yaratığın feryadı ve kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din halkın afyonudur.” (Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Giriş, K. Marx)
Bu metin, Marx’ın 1844 yılında, Fuerbach etkisinde olduğu döneme aittir. Marx, o zamanlar sol yeni-hegelcidir. Aydınlanmayı bir ölçüde devam ettirir ama devam ettirdiği oranda da aşmaya çalışır. Böyle olunca, aydınlanmacıların, dini yok edilmesi gereken bir hurafeler bütünü olarak gören katılığını aşar.
Marx’a göre, din bu hayatın bir yansımasıdır. Bu yansıma, doğru veya yanlış ama gerçektir. İşte bu gerçek, aynı zamanda var olan koşullara bir itirazdır. Aydınlanma düşüncesi ise dinin, gericilikten ve hurafelerden ibaret olduğunu ifade eder. Marx’ın amacı ise dini, dinamik ve sosyal, yani koşullara göre değişebilen bir olgu olarak ele almaktır. Böylece din, farklı toplumsal dinamikleri ifade eden, yansıtan bir olgudur. Diyalektik düşünce açısından da tutarlı bir tespittir bu. Görüldüğü gibi Marx’ı bırakın anlamayı, kim olduğunu bilmeyen bir sol ortaya çıkarmıştır 27 Mayıs süreci.
Sonuçta 27 Mayıs, iddia edildiği gibi, enternasyonal-özgürlükçü bir sol oluşturmamış, tam aksine bunun oluşmasını engelleyen, kendi darbeci doğasına uygun devletçi siyasi gelenekleri sol ve sağ olarak Kemalizm’in çatısı altında yeniden üretmiştir.