Ankara’da Eskişehir yolu güzergahında iki resmi bina karşı karşıya durur: Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı. Bu tuhaf komşuluk, her iki binanın da mimari açıdan felaket olmasının etkisiyle hemen hiç fark edilmez.
Fakat meseleye ‘devlet’ penceresinden baktığınızda pek de yadırganacak bir yakınlık değildir bu. Sonuç itibarıyla birisi devletin en üst düzeyde temsil edildiği zeminin sekreteryasıdır. Diğeri, cumhuriyetle birlikte ‘dini devlet eliyle kontrol etme’ talebinin ortaya çıkardığı bir kurumdur.
Türkiye’de gündemin hangi maddesine bakarsanız bakın, olup bitenin özünde aynı çatışmanın olduğunu görebilirsiniz. Dün ülkeyi yöneten ‘devlet aklı’nın sorunlar karşısında düştüğü acziyet, bugün yeni bir devlet aklı’nın şekillenmesinin yolunu açmış görünüyor.
Buraya kadar bir sorun yok. Zamanın ruhunu doğru okuma gayretindeki her ülkenin yaşadığı bir süreçten bahsediyoruz. Bizdekinin farkı şurada; sorunlar içinden çıkılmaz hale gelmedikçe böyle bir yenilenmeye cesaret bulamıyoruz.
***
Ancak bu manzarada bir tuhaflık var ki, üzerinde durmaya değer.
Eğer bir ülke yeni bir siyasi aklı inşa etme çabasındaysa, öncelikle geçmişin vahim hatalarından ders almak durumundadır. O ülkeyi geleceğe taşıyacak ‘akıl’, sözgelimi bazı sebeplerle toplumun değerlerine sırt çevirmişse, bırakın çözüm üretmeyi, başlı başına bir sorun kaynağı olacaktır.
Türkiye’de dün İslam ve Müslümanlık, ısrarla, inatla ve belli ölçüde şartların dayatmasıyla ‘devlet aklı’nın dışına itildi. Toplum, sahip olduğu değerleri, zaman zaman sistemle çatışma pahasına, kimi zaman da uzlaşma alanları üreterek ayakta tuttu.
Bugün, bu değerlerin yeniden siyasi merkeze taşınması yönünde bir gayret var. Ne kadar nitelikli olduğu ve geçmişin yanlışlarını hangi düzeyde anladığı kuşkulu olsa da, bu çabayı görmezden gelemeyiz.
Şu halde neden bu ülkenin en ciddi sorunları tartışılırken, Diyanet İşleri Başkanlığı yok hükmündedir? Diyanet İşleri Başkanı’nın protokolde gerilere itildiği değil, devlet katında sahici bir itibar gördüğü bir Türkiye, sorunlarını daha sağlam bir zeminde konuşma imkanı bulacaktır.
Onun için soruyorum.
Neden Diyanet İşleri Başkanı MGK’ya katılmıyor?
***
Yukarıdaki satırlar yeni değil. Biraz kısaltarak aktardığım bu görüşleri, 4 Ocak 2010’de yine bu köşede ifade etmiştim.
Yani tam dört buçuk yıl önce.
O günden bugüne elbette çok önemli değişimler yaşandı. En önemlisi şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı makamında, sadece Türkiye’nin değil, bölgenin ve dünyanın gündemini yakından takip eden entelektüel bir isim oturuyor. Diyanet, her geçen gün daha itibarlı ve sözüne değer verilen bir kurum olarak yükseliyor.
Ama daha fazlası lazım. Belki yarı özerk bir yapılanma. Ayrıca yurtdışı örgütlenmesini daha geniş ve kalıcı hale getiren, üstelik asıl sorumluluğu olan ‘din’ konusunda sözünü daha rahat söyleyebilecek bir kurum.
Son zamanlarda kendisini ‘din’ üzerinden tarif eden bazı yapıların, sadece siyasette değil, topyekun hayatımızda oluşturduğu tahribatı düşünürsek, sözünün ağırlığı olan bir Diyanet İşleri Başkanlığı daha önemli hale gelmez mi?
Ne dersiniz?