Genç arkadaşlar aradı, “Kabataş Tartışması”nın giderek bir “medya linci” örneği oluşturmaya başladığını, bu konudaki görüşlerimi almak istediklerini söylediler. “Zahmet etmeyin” dedim, “bu konudaki görüşlerimi geçtiğimiz yılın başlarında zaten yazmıştım, konu gazetecilik zemininde tartışılıyorsa o yazıdan yola çıkarak aktarayım...”
Dönelim 17 Şubat 2014’teki “Fatih, işin leblebi çekirdeği” başlıklı yazıma, ne demişim:
“Medya’nın, önündeki gerçekleri görmeyip, sapla-samanı karıştırma telaşına son örnek, Hürriyet’in “Kabataş Özrü” manşeti oldu. Böylece basın tarihinde ilk kez, gazetecilerin, yaptıkları bir söyleşi nedeniyle özür dilemesi gerektiği gibi meslek ilkeleri ile en ufak bir ilişkisi olmayan durum yaratıldı. Gazeteci, olayın merkezindeki isme ulaşır, görüşlerini alır, çarpıtmadan ve sansürlemeden kamuoyuna aktarır. O görüşler gazeteciyi değil, haber kaynağını bağlar. Kimse de, “neden onunla görüştün” diye sorma yetkisine sahip değildir. O zaman, ne işimiz var Kandiller’de şurda-burda... Elif Çakır, tartışmanın odağındaki isme ulaşmış, anlattıklarını da bize aktarmış, yaptığı bu, gazetecilik açısından normal bir iş... Bak, görüntüler çıktı ortaya özür dile diye baskıyı yapan, meslek dışından birkaç kendini bilmez olsa, bi’şey demeyeceğim ama, zorlayan Hürriyet Gazetesi... Olacak şey değil...”
Gazetecilik analizi
Buradan devam etmekte yarar var, çünkü işin kronolojisi önemli...
1- Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen vaka, önce, sosyal medyada dillendirildi, devamında Erdoğan tarafından AK Parti Grubu’nda açıklandı. Bu açıklamayla birlikte gazeteciliğin doğal refleksi devreye girer. Olayı yaşayan kim, nerede, nasıl olmuş, ne zaman, neden... Hatırladığım kadarıyla Abdülkadir Selvi ile Elif Çakır bu refleksi gösterdiler, İsmet Berkan da sosyal medyada olayla ilgili görüntüleri gördüğünü söyledi.
2- Doğal süreç devam etti, Elif Çakır ile Balçiçek İlter, “tacize uğradığını” söyleyen bir genç kadına ulaştılar, söyleşi yaptılar olayı da onun söyledikleriyle kamuoyuna aktardılar.
3- Eğer ortada bir “yalan” varsa, bu, doğrudan haber kaynağını bağlayan bir durumdur. Gazeteci yalnız, haber kaynağının söylediklerini çarpıtmadan aktarmakla yükümlüdür. Haber kaynağının söylediklerinden sorumlu değildir. Çarpıtır, belli bir hedef doğrultusunda yönlendirirse etik bariyerlerini aşmış olur. Buna yakın zamandaki örnek Ahmet Hakan’ın Yavuz Bingöl ile yaptığı söyleşi veBingöl’ün yanlış aktarılmış (özetlenmiş deniyor) bir cümlesi nedeniyle linç edilmesidir.
4- Haber kaynağının söylediklerini çarpıtmadan aktaran bir gazetecinin “müsait bir zamanda yargılanacağı” yönündeki sözler, despotik, basın özgürlüğüne aykırı kelimelerdir. Bunu, rahmetli Mehmet Ali Birand, Öcalan ile yaptığı söyleşi nedeniyle DGM’de yargılanmaya kalkıldığında sesini yükseltmiş, Ahmet Altan yazdığı bir kitap nedeniyle aynı mahkemenin önüne çıkarıldığında gazetesinin manşetine “Ortaçağ’da mıyız” başlığını yerleştirmiş bir dostunuz olarak ifade ediyorum.
5- Günümüzde yaşanılan tartışma, yanlış zemindedir... Haber kaynağının iddialarının yalan olduğunu söyleyenler ile doğru kabul edenler tekrar aynı haber kaynağına dönmemektedirler. Bu durum, günümüzdeki tartışmayı da zeminsiz bırakmaktadır. Oysa, gazetecilik açısından asıl haber hala orada durmaktadır. Eğer haber kaynağı hanımefendi bu konuda artık konuşmak istemediğini söylerse, yapılabilecek bir iş yoktur.
6- Gazetecilik açısından tacize uğradığını söyleyen bir kadına “belgen nerede” diye sormak ilkelliktir. Konunun, gazetecilik açısından tartışması kapanmıştır, ama, siyasi tartışması tabii ki sürdürülebilir.
7- Eğer, gazeteciler, katıldıkları TV programlarında birbirlerine bu yaptığından dolayı bir gün yargılanacaksın demeye başlarlarsa, biz, meslek grubu olarak savcıları durduramayız, özgürlüğümüzü hukukun içindeki siyasi dengelere kendi elimizle teslim etmiş oluruz.
Ben, ne, Nedim Şener ve Ahmet Şık, veya ne de Mehmet Baransu tutuklandı diye zil takıp oynarım. Gazeteciliğin “siyasetin yön veren lobilerinin” esiri olmasından da rahatsız olurum.
Gazetecilik kırılgan bir meslektir, son dönemde gördüğüm, kantarın topuzunun kaçtığıdır, üzgünüm...
NOT: Meslekte toplu hareketleri sevmem, katılmam. Bu tür hareketlerin “cepheleşme” yaratmasından endişe ederim, gençlere de bunu söyledim. Konu, gazetecilik zeminli tartışma olunca, konuyu değerlendirmeyi uygun buldum, belki yazdıklarım mesleği çok yıpratan tartışmalara ilaç olur diye...
#Diliniz KABAvicdaninizTAS