Birkaç gün önce sevgili bir dostumu ziyarete gitmiştim. Dostum bir psikiyatr. Psikiyatra gitmekten hiç gocunmam. Ama benim ziyaretimin amacı bütünüyle dostumun sohbetine duyduğum muhabbet içindi. Çok özlemiştim hoş sohbetini. Nitekim çay ve kahve ikramından sonra bana çok ilginç bir hikaye anlattı ve biz sohbeti koyulaştırdık. Öyle ki sohbet bir noktadan sonra inisiyatifimizden çıktı ve kelimenin tam anlamıyla karşılıklı tartışmaya dönüştü. Önce dostumun başından geçen hikayeyi sizin için özetleyeyim, sonra tartışmanın detaylarına gireriz. Dostum hikayesini şöyle anlattı:
"İki üç hafta önce fırına kahvaltı yapmak için simit almaya gittim. Zaten bir tek hafta sonları kahvaltı yapıyoruz. Elimde simit poşeti sallana sallana eve dönüyorum. Evin köşesinde yaşlı ve bastonlu bir adamın yere çökmüş ve toz toprak içinde katıksız ekmek yediğini gördüm. Yanına gittim ve dedim ki "dayı senin kimsen yok mu?”. "Yok evladım, tek kızım var o da beni sokağa attı ". Çok üzüldüm, hali çok iç acıtıcıydı. Kendisine biraz para verdim ve dedim ki "sen biraz bekle ben hemen gelip, sana yardımcı olacağım, sana kalacak bir yerler bulalım. Eve çıktım ve kafamdan arayabileceğim yetkilileri düşündüm. Daha önce böyle sokakta kalan birkaç yaşlıya yardım etmiştim. Sonra evin camından baktığımda onun yerinde olmadığını fark ettim. Dışarı çıktığımda adamın ortadan kaybolduğunu fark ettim.
Bu sabah yine fırına gittiğimde onu yine bir binanın köşesinde yere çömelmiş gördüm, elindeki bir tomar parayı sayıyordu...
Bu şehir insanın tüm merhamet ve iyilik duygularını öldürüyor.."..
"Üstadım" dedim, "bu şehir insanın bütün merhamet ve iyilik duygularını neden öldürsün ki? Şehirlerin ne suçu var? Sonuçta şehirler birer yaşam alanı, birer mekandan ibaret. Sanırım bizim algımız arızalı?"
"Yaşlı ve dilenci olduğunu sandığımız bir adamın elinde para tomarı olsa ve bunu iştahla saysa bile ne olur? Bu görüntü onun konumunu değiştiriyor mu? Nihayet son kertede bu adamın hayat içindeki pozisyonu dilenmek değil mi? Herkese avuç açmıyor mu? Bu onun kişiliği bile olsa, yeterince aşağılayıcı değil mi? Bizim bu şekildeki himayemiz daha da aşağılayıcı olmuyor mu? Bir insanın pozisyonunu hakikaten değiştirmeyen kimi şaşırtıcı görünümler, ne zaman gerçeğin yerine geçmeye başladı? Dilenmek, dilenmektir ve hiçbir insan bu durumundan sorumlu değildir. Dilencilik bir toplumun adaletsizlik aynasıdır. Toplum ne kadar zalim ve adalet duygusundan yoksunsa, dilenci sayısı o kadar yüksek olur."
"Ama" dedi dostum; "Yoksulların çoğu dilenmiyor. Yarı aç yarı tok yaşıyorlar. Zaten toplumun çoğu yoksul. İstanbul’da profesyonel bir dilenci mesleği var. Bu yüzden gerçekten sokakta kalmış yaşlı insanlara yardım etme duygularımız yok oluyor. Daha önce sokakta kalmış iki yaşlıya barınma için yardım ettim. Gerçekten ilgili kurumlar duyarlı davranmışlardı. Ben bunu vurgulamaya çalıştım. Tarihte büyük kıtlıklarda büyük felaketlerde insanlar sokaklarda dilenmişlerdi. Bu gerçek bir yoksunluktu. Ama İstanbul’da gerçek ihtiyaç sahiplerinin çoğu dilenmiyor…"
Bazen medyada şöyle haberler okuyoruz; diyerek meselenin benim açımdan özüne işaret etmek niyetiyle konuşmamı sürdürdüm. ''Dilencinin üstünde milyonlar çıktı." "Dilencinin bilmem kaç dairesi var'' gibi haberler çıkıyor. Gazetelerin üçüncü sayfa haberi olarak kamuoyuna nakledilen bu haberlerin altında ben başka niyetler sezinliyorum ve doğrusunu söylemek gerekirse de fena halde kızıyorum. Bu haberler bana tok olanların aç olan insanlara ikiyüzlü, riyakar saldırısı gibi geliyor. Sanki bütün dilencilerin aslında milyonları varmış ve bizi kandırmak için duygularımızı sömürerek dolandırıyorlarmış gibi bir algı yaratılıyor. Oysa bana kalırsa hiçbir insan gönüllü olarak ötekine avuç açmaz. Bir insanı dilenci yapan tek gerçek var o da yoksulluktur. Dilenciden tiksinmek yoksulluğu ortadan kaldırmıyor. Dilenciden kuşku duymak yerine, yoksulluktan kuşku duymak lazım. Dilenci ile savaşmak yerine yoksullukla savaşmak lazım.
Eğer merhametiniz yoksa yoksullukla savaşamazsınız, onun yerine dilenciye yüklenirsiniz.