Başbakan Tayyip Erdoğanönemseyip her vesileyle cevap verme ihtiyacı duymasa konuya girmeyecektim; ancak öyle olmadığını anlatmak çabası bile iddiayı yaygınlaştırıyor... Bir de algının gerçeğin önüne geçtiği bir dönemde yaşıyoruz; birkaç ağzın veya kalemin tekrarlaması en saçma görüşleri kulak verilir yapıyor...
İddia şu: Başbakan Erdoğan bir ‘diktatör’...
Doğru olabilir mi bu iddia?
Türkiye istikrara önem verilen bir ülke. Bu yeni bir durum da değil; Cumhuriyet’ten hemen sonra İstiklal Mahkemeleri kurulması, ‘Takrir-i Sükûn’ adıyla yasa çıkartılmasıyla başlayan, sokaklar ne zaman hareketlense tedirgin olunmayla devam eden ve 1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanı ile başbakana ağır yetkiler verilmesiyle taçlanan bir sistemimiz var...
‘Ebedi şef’ ve ‘milli şef’ unvanlarının yadırganmadan kullanıldığı dönemler oldu. Çok partili dönemde de, tek başına iktidar olmuş partilerin başbakanlarının neredeyse hepsi benzer ithamlara maruz bırakıldı. Bugünden geriye bakınca Turgut Özal olağanüstü yumuşak görünüyor; oysa onun da ‘seçimle gelmiş kral’ olduğunu iddia edenler çıkmıştı.
Sözün kısası şu: Bizde yetkilerden kaynaklanan bir iktidar yoğunlaşması var ve iktidarı bütün yoğunluğuyla kullanmaya kalkana derhal o yafta yapıştırılıyor: ‘Diktatör’... Oysa bu ithama maruz kalanların hiçbiri, tabii Tayyip Erdoğan da, anayasa ve yasalardan kaynaklanmayan bir yetki kullanmıyor, dolayısıyla bu sıfatı hak etmiyor...
‘Diktatör’ ağzından çıkanın ‘kanun’ sayıldığı kişi demek çünkü...
Tartışmanın bize özgü olduğunu sanmayın. İtalya’da eski başbakan Sylvio Berlusconi’den Avustralya’da şimdiki başbakan Kevin Rudd’a kadar pek çok etkin iktidar sahibi aynı kazan içinde kaynatılmıştı, kaynatılıyor...
Günümüzde ‘algı’ gerçeklerin önüne geçtiği için, pek çok cepheden yönetilen ithamlar, zihinlerde yer işgal edebiliyor. Sadece içeride kalsa kendi siyasi hafızamız ithamların yersizliğine işaret ettiği için fazla önemsenmeyebilir; ancak dışarıya yansımalar kalıcı etkiler bırakabiliyor. Başbakan Erdoğan da, o sıfatı hak etmediğine dair tepkisini, iç kamuoyundan ziyade, bu tür kampanyalardan etkilenebilen dışarısı için veriyor olmalı...
Yalnızca tepki vermekle yetinilecek bir durum değil bu; özellikle başka gelişmelerin itibarı sarsmaya başladığı dönemlerde üzerine gidilmesi şart. Sözle yetinilmeyip aksine davranışlar sergileyerek...
Fırsat da var bunun için: Yeni anayasa ve reform paketleri...
Meclis’te hazırlıkları sürdürülen yeni anayasada, ‘yetkileri artırılmış tek adamlık’ arayışı olarak algılanan ‘başkanlık sistemi’ üzerinde iktidar partisinin ısrar ettiği görüntüsü yanlış bir mesaj... Anayasaya katılımcı bir anlayış egemen olmalı.
Reform paketide en az yeni anayasa kadar önemli. Türkiye’nin görüntüsü, siyasi kimlikli ve medyada çalışan kişilerin cezaevlerinde bulunmasından bozuluyor. Ülkeyi dışarıya ‘dünyanın en kalabalık gazeteci cezaevi’ olarak yansıtan kampanyaları boşa çıkartacak bir duruma getirmek gerekiyor.
‘Çözüm süreci’ni hızlandırmanın yolu da bunu sağlayacak adımları bir an önce atmaktan geçiyor.
Tayyip Erdoğan’ın ‘diktatör’ sıfatıyla uzaktan bile ilgisi olmadığını biz biliyoruz; herkes de öyle bilmeli...