Suriye, Libya hatta Irak’ta yaşanan iç savaş ve dramın asıl sorumlusu emperyalist devletlerdir.
Suriye’de bu sürecin nasıl başladığını unutmamak gerekir.
2011’de “Emperyalist ittifak” Suriye’yi bitirmek için görev bölümü yapmıştı. Arap Baharı senaristi Gene Sharp’ın; “Silahsız Devrimin 198 Yöntemi” burada da devreye sokuldu. Önce ülke dışından gönderilen 1 milyondan fazla e-posta ve SMS mesajları ve içerideki provokatörler sayesinde halk sokağa döküldü. Bunun üzerine Esad, bazı reformlar yapacağını açıklamıştı. Tam bu noktada kızıl emperyalist Rusya ve yeşil emperyalist İran devreye girmiş ve Esad’a, “Taviz vermeye başlarsan sonu gelmez. Dik dur; biz arkandayız” demişti.
Aslında Suriye’de tezgâhlanan oyunun fikir babası İsrail idi. Asıl hedef ise Suriye üzerinden Türkiye’yi yakmaktı. Nitekim bir süre sonra Kandil’den bin adet “seçme” terörist Suriye’ye getirildi ve Türkiye sınırına dizildi. O güne kadar Kürtlere kimlik dahi vermeyen Esad peşpeşe PKK kamları kurdu. Bunların Suriye’deki gösterileri bastırmakla ne gibi bir ilgisi olabilir?..
Ve ABD, hâlâ Esad’ı reformlar için ikna etmeye çalışan Türkiye’ye, “Esad gidici, hemen ondan uzaklaşın” telkininde bulunmuştu. Bu noktada Türkiye’nin, ABD’ye inanarak o yönde pozisyon alması haklı bir eleştiridir.
Velhasıl içimizdeki emperyalist sözcüleri her ne kadar “Türkiye, Suriye’de yanlış politika izledi” deseler de Türkiye, Haçlı-Siyonist ittifakın yazdığı “Suriye senaryosu”nu engellemek için; özellikle “FETÖ ipoteği”nden kurtulduktan sonra çok çaba sarf etmiş ama neticeyi değiştirememiştir. Ama Suriye ile 911 km sınırı olan bizdik. Nitekim emperyalistler tepiştikçe, halk bize koştu. Türkiye, hiç dahli olmayan bu yükü “öf…” bile demeden yıllardır taşıyor. Batılı ülkelere defalarca yaptığımız, “Gelin Suriye’de huzuru sağlayalım; herkes evinde otursun” çağrıları sonuçsuz kaldı.
Çünkü PKK/PYD kuşatmasının yanı sıra, Türkiye’de sosyolojik problemler ve isyanlar çıkararak iç huzuru bozmayı amaçlayan mülteci meselesi de “Suriye üzerinden Türkiye’yi vurma stratejisi”nin bir parçasıydı. Onun için Kılıçdaroğlu’nun “Suriyeliler burada keyif sürerken bizim Suriye’de ne işimiz var” çıkışları sıradan tepkiler değildir, amacı oldukça derindir.
Avrupa ise meselenin çözümü için çaba sarf etmediği gibi Suriye’deki ateşi daha da körükledi. Türkiye ısrarla, “Biz bu yükü daha fazla taşıyamayız, meseleyi çözmeye yanaşmazsanız kucağınızda bulursunuz” diye uyardığı halde onlar sadece klasik vaatlerle Türkiye’yi kandırarak durumu idare etmeye çalıştı.
Madem öyle; mültecilerle yüzleşerek meselenin ciddiyetini anlamaları gerekiyordu ve nihayet mültecilere “Avrupa’ya gidebilirsiniz” denildi. Bence İran sınırına da göndermeliyiz. Keşke Karadeniz’den Rusya’ya da gönderebilsek.
Yalnız karşımızdakiler bin yıldır entrikası bitmeyen Haçlı şeytanları olduğu için yüzde yüz haklı olduğumuz bir konuda suçlu ilan edilebiliriz. Bu süreci iyi yönetemezsek, şeytana pabucunu ters giydiren bu entrikacılar, ülkelerine sokmamak için itip kaktıkları, biber gazı sıktıkları hatta ateş açtıkları bu insanların mağduriyetinden bizim sorumlu olduğumuz algısını kurar ve bütün dünyaya yayarlar. Onun için önce medya olarak bizler ve diğer ilgililer sınırda olup bitenleri yakından izlemeli ve bilinçli yansıtmalıyız. Dün akşam bölgeden yayına katılan bir muhabir “Bize, ‘Avrupa sizi kabul edecek’ dendi; onun için geldik” dediklerini söylüyordu. Biri böyle anlamış ve söylemiş olabilir. Böyle bir saçmalığı Avrupa’nın dikkatle izlediği bir bölgede dile getirmek istismar ustalarına malzemem vermektir.
Netice itibariyle Afganistan’dan Fas’a kadar mülteci üreten bir bölgedeyiz ve bu ülkelerin tamamında arı kovanlarına çomak sokarak, adi menfaatleri uğruna insanları evinden yurdundan eden bu emperyalistlerdir. Biz Türkiye’yi BM’ye çeviren bu kadar mülteciyi ne kadar taşıyabiliriz?
Oysa sömürgeci Avrupa şunu kafasına iyice sokmalı: Sömürdüğünüz coğrafyanın çocukları, asırlardır biriken alacaklarını istemek için kapınıza dayandı. Cenevre Sözleşmesi gereği ülkenize almak zorunda olduğunuz bu insanlara barikat kurarak, zehirli gaz hatta silah kullanarak bu akını engelleyebileceğinizi zannediyorsanız yanıldığınızı çok yakında anlayacaksınız.
Yani sömürgeci Avrupa için hesap verme zamanı.
Malum, “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste…”