Başbakan Davutoğlu’nun liderler turunu izledik. Görüşmeler sonrası yapılan çapraz açıklamaları nefesimizi keserek dinledik.
Karşılıklı olarak telaffuz edilen “mutabakat” sözcüklerinden etkilendik. Bu kelimeyi ne kadar çok özlediğimizi hissettik...
Muhalefet, “Yeni Anayasa konusunda her türlü desteği vereceğiz” dedi.
Nitekim haber, “Anayasa mutabakatı” başlıklarıyla verildi.
Bu mutabakat ‘yok’ hükmündedir
Yani şimdi Türkiye, ayaklarındaki prangadan kurtuluyor mu Allah’ın izniyle?..
Keşke ama durum pek öyle görünmüyor.
Ortada bir “Bu ne perhiz...” durumu var.
Öyle ya... “Anayasa için tam destek” vaadinden hemen sonra sarf edilen “Başkanlık konusunu görüşmeyiz bile” sözü ne anlama geliyor?
“Efendim, mutabakat yeni Anayasa için... Bunu iktidar da önemsiyor.”
Nitekim Meclis Başkanı İsmail Kahraman dün büyük bir itinayla bu süreci başlattı!
Bir kere bir yasama döneminin beyhude geçmesine sebep olan “eşit üye” yanlışını aynen tekrarlamak çözümsüzlüğe ilk adımı atmaktır.
Ama yöntemi bir kenara bırakın zaten ilk düğme yanlış iliklenmiş durumda.
Kim, kimi kandırıyor bilmiyorum ama yine orta sahada top çevriliyor.
Çünkü...
Mevcut anayasada bireysel haklar konusunda neredeyse değişmeyen madde kalmadı.
Bunu Sayın Kılıçdaroğlu da “Davutoğlu’na, bu anayasada sizi engelleyen bir şey var mı dedim. O da ‘Yok’ dedi” ifadesiyle teyit ediyor.
Sayın Kılıçdaroğlu dürüstçe ifade etmekten kaçınsa da bu Anayasa’nın asıl problem olan bölümü yönetim sistemi ile ilgili hususlardır.
Ve acilen yenilenmesi gereken bölüm de budur.
Çünkü bu anayasanın yazıldığı dönem, yazdıranların öncelikleri, o zamanki Türkiye’nin hedefleri çok farklıydı.
O zamanki öncelik ‘rejimi korumak’tı. Ve en büyük tehdit olarak da Türk halkı görülüyordu.
Ama geçen süre onların çuvalladığını gösterdi.
Durursanız düşersiniz...
Bugün artık “Yurtta sulh, cihanda sulh”un kulağa hoş gelen bir hayalden ibaret olduğu ortaya çıktı. Hatta yurtta sulhu bozanların da dış tehditlerin taşeronları olduğu anlaşıldı.
Burası Baltık değil. Dünyanın beyni olan bu bölgedeki dinamizme uygun hareket edemezseniz ayakta kalamazsınız.
Elbette kimsenin tek karış toprağında gözümüz yok. Ama bugünkü şartlarda, “Bizim Misak-ı milli dışında işimiz de olmaz iddiamız da olmaz” derseniz sizi Ankara’da bile rahat bırakmazlar.
Statükonun teminatı olan eski monşer anlayışı artık Türkiye için en büyük tehdit haline gelmiştir.
Ancak ne hazindir ki muhalefet, o eski dönemin hasretiyle yanmaktadır!..
Bölgede haritaların yeniden çizildiği bir dönemde Türkiye’yi saf dışı bırakmak isteyenler, içerideki satılmış işbirlikçileriyle birlikte canhıraş çalıştılar ve 7 Haziran’da da amaçlarına ulaştılar. Neyse ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın stratejisiyle bütün bu entrika planları 1 Kasım’da sandığa gömüldü.
İşte bu koalisyon lobisi şimdi de “Parlamenter Sistem”e kilitlenmiş durumda.
Gece gündüz parlamentonun nimetlerinden bahseder oldular.
Bir kere bizim parlamentomuz zaten özürlüydü, 2010 referandumundan sonra ise tamamen bitkisel hayata girdi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu sistemsizlik problemini çözemeyen bir anayasa ölü doğumdur.
Aslında muhalefet de bu çıkmazın farkında ama ötenazi gibi bir ‘çözüm’ sunuyor; “Ne olacağı bilinmeyen yeni bir sistem aramaktansa mevcut sistemi güçlendirelim” diyorlar.
Ve nihayet bu sihirli formüllerini de açıkladılar!..
“Cumhurbaşkanını tekrar parlamento seçsin...”
Reçeteye bakar mısınız...
Star’ın ifadesiyle “367 kafası”.
Bana kalırsa resmen ‘millet’e ‘vekil’ darbesi...