Fena halde başım dönüyor. Atletizmde Nevin Yanıt’ın salon Avrupa şampiyonluğu... Basketbolda Efes’in finale emin adımlarla yürüyüşü... Voleybolda kız ve erkeklerde gelen Avrupa şampiyonlukları... Derken G.Saray’dan sonra F.Bahçe’nin de çeyrek finale çıkması... Üst üste gelen bu kadar büyük başarıları, kalbim artık kaldıramıyor.
***
F.Bahçe; Plzen deplasmanında kazandığı maçın avantajı ile, sakin oynama hakkını ve fırsatını kullandı. Gerçi bazen skoru koruma (Hatta skorun üstüne yatma) eğilimleri de göstermedi değil... Mesela Selçuk; devre boyunca bir kez bile ileri top kullanmadı. Rakip ceza sahası çizgisi üstündeyken bile, geriye pas verdi. Bu tedirginlik anlarında, rakibin baskısı bizi bir ara telaşa düşürdü, hafif panik yaptırdı ama; Salih’in girişi bu gidişe dur dedirtti.
Mehmet Topal’ın sakatlanıp çıkması elbette üzücüydü ama, F.Bahçe’ye de açık bir şans oldu. Çünkü Salih oyuna girdikten sonra, maçın akış planı, şekli, her şeyi değişti... Genç futbolcu; kendi yarı sahasında rakibi presleyerek söktüğü topu iyi sürdü, iyi kullandı ve bu sayede Sow’la çok ciddi bir pozisyon bulduk. Sow atamayınca, birkaç dakika sonra “O öyle olmaz, böyle olur” dedirten şık ve şok bir gole imza attı.
***
Plzen, takım halinde ve koordinasyon içinde çabuk çıkmayı iyi beceren bir ekip... Bu yeteneklerini kendi evindeki maçta gösterememişti. Dün gece, Napoli’yi İtalya’da nasıl oluyor da 3-0 yendiklerinin ciddi ipuçlarını verdiler. İkinci yarıda attıkları beraberlik golü, yüreğimizi ağzımıza getirdi. İkinci golü yesek güme giden biz olacaktık. Anlayacağınız; elenmeleri, asla zayıf olduklarının işareti değil... F.Bahçe, sıkı bir ekibi yolundan etti.
Sarı-lacivertli takımımız; 1-1’den sonra maçın elden gitme korkusuyla epey tedirgin oynadı. Biz 1-0 öndeyken, Christian’ın kaçırdığı bir gol fırsatı var ki; tamamen laubali bir vuruşun acı sonucuydu. O pozisyonda farkı ikiye çıkarsak; bu kadar adrenalin yüklenmezdik.