İki kadından söz edeceğim. İsrail’in Gazze katliamı karşısında, Avrupalılar saçak altına kaçmış, Amerikan yönetimi ne yapacağını şaşırmış, Katar hariç Arap ülkelerinin yöneticileri kendi mevzilerine sığınmışken dimdik ortaya çıkan iki kadın...
Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet, bir subayın kızı olarak dünyaya geldi, babasının son görevi, ülkenin sosyalist lideri Allende döneminde halkın acil ihtiyaçlarını gidermek için kurulan yardım grubunda koordinatörlüktü. CİA, Allende’yi devirip yerine General Pinochet’i geçirdiğinde tutuklandı, ağır işkence gördü ve işkencede öldürüldü. Faşist cunta, Michelle Bachelet ile annesini de gözaltına almıştı, ana-kız ağır işkenceler gördüler. Şili halkı bu sosyalist evladını 2006 yılında yüzde 53.5 oyla Devlet Başkanı seçti. 2010 yılına kadar çıkardığı kanunlarla ülkesini Latin Amerika’nın en sağlam demokrasilerinden biri haline getirdi, sosyal eşitsizliği ortadan kaldırdı, yolsuzluk ve rüşveti sonlandırdığı için Şili ekonomisi adeta “patladı...” 2010 yılında görev süresi bitti, bir dönem ara verdi, halk onu, bu yıl, bu kez, yüzde 62 oyla aynı makama oturttu.
Brezilya Devlet Başkanı Dilma Roussef, ülkesinin üst orta sınıfından bir ailenin evladı olarak dünyaya merhaba dedi, bu durum, gençlik yıllarında ülkesini “Washington vesayetinde” yöneten emperyalist işbirlikçisi siyaset kadrolarını iyi tanımasını ve “gerçek bağımsızlık mücadelesinin” içinde yer almasını sağladı .CIA, ülkenin seçimle işbaşına gelmiş solcu devlet başkanı Goulart’ı 1964 yılında askeri darbeyle devirdiğinde rotasını çizmişti bile...1947 doğumlu, tipik bir 68 kuşağıydı, kır gerillalarına katıldı, Pentagon’dan aldıkları emirlerle kendi halkına karşı işkence ve zulüm yapan ülkesinin generallerine karşı savaştı, onu, 1970-1972 arasında hapse attılar, çok ağır işkenceler yaptılar. Aradan yıllar geçti, yüzde 56 oyla Devlet Başkanı seçildi, eğitim, sağlık reformları, fakir halk için yarattığı gıda yardımı sepeti projesi, demokratikleşmeye verdiği önem sonucu halk desteğinin yüzde 58’e çıktığı son kamuoyu yoklamalarında belirlendi.
Michelle Bachelet ve Dilma Roussef, Ortadoğu’nun anlı-şanlı krallarının, emirlerinin, kukla diktatörlerinin “pıstıkları” bir ortamda Gazze katliamına Başbakan Erdoğan’la birlikte en sert tepkiyi gösteren iki siyasi lider oldular!..
Gazze katliamı başladığı an, İsrail ile ticaret görüşmelerini askıya aldılar, son olarak da önceki gün, bu ülkedeki büyükelçilerini geri çektiler.
Onlar, emperyalizmin bekçiliğine soyunmuş bir ordunun acımasızlığını, katliamcılığını, o orduya yön veren siyasilerin işbirlikçi faşizminin ne olduğunu çok iyi biliyorlar!.. Zamanında o tür bir ordunun işkencesinden geçtiler!..
“Latin Devrimi”ni engelleyemediler...
Bitmedi, bu iki cesur kadının yanında yer alan iki “Latin delikanlı” da var. Devlet Başkanı seçildiği gün, “halkıma ödetilmeye çalışılan bu dış borç, yolsuzluk yapmış eski siyasiler ile küresel finans çevrelerinin yarattığı bir komplodur ve hırsızlık ürünüdür, bunu ödemem” deyip, Ekvador halkına çıkarılmış dış borç faturasını yüzde 60 indirmiş Devlet Başkanı Rafael Correa... Ülkesinde yürüttüğü sistemli demokratikleşme, ülke servetlerinin ulusal çıkarlar için kullanımı ve sosyal adalet programından sonra şu anda hakkında “diktatörleşti” kampanyası yürütülüyor... Bir de, işbaşına geldiği gün itibariyle yolsuzluk ve rüşvet sistemine son verip, ülke kaynaklarını millileştiren ve halkının “kronik fakirliğine” çare olduğu için emperyalizmin hedef tahtasına oturtulan Peru Devlet Başkanı Ollanta Humala... Onlar da çektiler büyükelçilerini...
Emperyalizm, Soğuk Savaş bitiminde “Latin Devrimi”ni engelleyemedi, artık, sırtını halk desteğine vermiş bu liderlerle yaşamak zorunda. Deneyim kazandı, “Arap Devrimi”ni kan ve darbelerle boğdu, çünkü, Ortadoğu’da Latin Devrimi’nin bu soylu evlatları gibi karakterlerle yaşamayı göze alamadı. Bugün fırsat bulsa, Rafael Correa’yı Muhammed Mursi gibi bir cezaevine koydurmak istemez mi sanıyorsunuz?..
Erdoğan’ın, İsrail’in Gazze katliamı’na karşı cephede, Avrupalı, Arap, Müslüman liderlerden çok Latin Amerikalı isimleri yanında bulması bir tesadüf değildir.
Hepsi, farklı siyasi rotalardan gelip, “küresel vesayet sistemine” karşı “dik durmanın erdeminde” buluştular... İsrail’in Gazze katliamını dünya siyaseti için bir sınava çevirdiler, “yeni demokrasilerin” liderleri, demokrasiyi yalnız kendi coğrafyalarında isteyen “eskileri” sınıfta bıraktılar.
Latin Amerika’daki yoldaşlarımı selamlıyorum, onların oradaki varlığı, bizim bu coğrafyadaki mücadelemize güç ve anlam katıyor...