Anadolu’nun İslamlaşmasının mimarlarından biri olan Ahmed Yesevi 63 yaşına bastığında Hz. Peygamber 63 yıl yaşadığı için ona hürmeten 63 yaşından sonra 87 yaşında vefat edinceye kadar yer altında kabir benzeri bir mağarada yaşamıştır.
O sebepten Anadolu aksakalları da yaşları 63’ü geçince ‘vakit geldi davet bekliyorum’ derler.
Yavuz Bahadıroğlu o aksakallardan biriydi. ‘Davet bekliyoruz’ derdi.
Bi defa imanı bütün bir mümindi. Geçmişini bilen bir tarihçiydi. Sadece bilmiyordu, bildiğini topluma aktarıyordu. Bu misyonu ifa ederken de hiç eziklik göstermedi. Cesurdu. Bu yüzden etkiliydi, seviliyordu, sayılıyordu.
Yakın tarihi gerçekleri olduğu gibi aktardığı için de bazı çevreler onu sevmiyordu. Sevmemek de ne, nefret ediyorlar ve yargısız infaz girişiminde bulunuyorlardı.
Tıpkı Necip Fazıl’ın ‘Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.’ dediği gibi bu saldırılar onu sindirmiyor aksine güçlendiriyordu.
Öfke dolu seviyesiz ve bağnaz saldırılara aldırmıyor, geri adım atmıyor, dik duruyor ve, ’Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni/Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni.’ dercesine daha da coşuyor ve okyanuslara yelken açıyordu.
Dursun Gürlek beyle arada bir bürosuna gider bir ‘muhabbet meclisi’ kurar, akşam ederdik. Sonra, ‘Neden bu sohbetleri tv ekranlarına taşımıyoruz?’ dedik.
2013 senesinde TRT Anadolu kanalında ‘muhabbet meclisi’ diye üçümüz 26 program yaptık. Yavuz Bahadıroğlu bu programı 24 Mart 2013 tarihinde şöyle duyurmuştu: “Resul Tosun ve Dursun Gürlek dostlarımla birlikte TRT Anadolu kanalında her Pazar saat 22.45’te ‘Muhabbet Meclisi’ isimli programımızda kültür ve tarih sohbetleri yapıyoruz. Maksat hem kültür tarihimiz üzerine söylenmemiş doğruları söylemek hem de sohbet geleneğimizi tekrar hayata katmak… Bekleriz.”
Yavuz Bahadıroğlu nüfus cüzdanındaki ismiyle Niyazi Birinci de davete icabet etti ve Hakk’a yürüdü.
Ölüm mümin için yokluk değil elbet. Dünya yolculuğunun bittiği, ebedi yolculuğun başladığı istasyon. Mevlana’nın tabiriyle ‘şeb-i arus’ düğün gecesi.
Hem yavuz hem bahadır olarak yaşamış bu aziz dosta rahmet-i vasia yakınlarına ecr-i azım diliyorum.
Seküler kesim ölümünde de ona kin kustu.
Ne gam.
Onların kin kustuğu değerlerimize ve insanlarımıza sahip çıkan bir cumhurbaşkanımız var artık.
O sebepten de kalanlara eziklikten uzak durmalarını, davaya sadakatte sabit kadem olmalarını, ölümün kaçınılmaz olduğunu, öteki dünyada verilecek zor hesabı unutmamalarını salık veririm.
Rabbim rahmetiyle muamele buyursun.
Mekanı cennet olsun.
NUR VERGİN
Prof. Nur Vergin’in dedesi Cumhuriyet’in kurucu kadrosundan Nuri Conker’dir. Vergin laikliği savunan ama Türkiye sosyolojisini iyi okuyan bir sosyologdu. 28 şubat sürecinde baskılara boyun eğmeyen başörtülü öğrencilerini koruyan çıktığı tv programlarında da objektif konuşan bir akademisyendi.
28 Şubat sürecinde iftar programlarımız meşhurdu. Bir programda söylediği ‘Ben de on yıldır oruç tutuyorum beni iftarlara neden çağırmıyorsunuz?’ sözlerinden etkilenmiştim. Gözleri ve sözleri bu sitemin içtenliğine öylesine şahitlik ediyordu ki etkilenmemek mümkün değildi, hocayı iman konuşturuyordu.
Vefat etmiş, kimsenin haberi olmamış. Cenazesiyle ilgilenecek akraba aramışlar.
Ve bu meşhur ama kimsesiz mevta ile yine cumhurbaşkanı Erdoğan ilgilendi ve devlet töreniyle defnedildi.
Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun.
Vergin hocanın cenazesiyle Cumhurbaşkanının ilgilenmesi bana Nalıncı Baba kıssasını hatırlattı.
Nalıncı Baba, kötü yola düşmüş kadınları evine getirir onlara nasihat eder tevbe etmelerini sağlarmış. Etraftakiler evine kadın atıyor diye Nalıncı Baba’yı dışlamışlar. Hanımı ‘böyle giderse yarın öldüğünde senin cenazeni kaldıracak adam bulunmaz!’ dediğinde, ‘Padişahın işi ne?!’ dermiş.
Öldüğünde kimse ilgilenmemiş, Nalıncı Baba’nın cenaze işleriyle III. Murad şahsen ilgilenmiş.
İbretlik bir kıssa, internete Nalıncı Baba yazın okuyun derim.