Diyarbakır Valisi Dr. Reşit ve Ramanlı iki kardeşin hikayesinin devamı bu haftaya kalmıştı.
Dr. Reşit’le yaptıkları anlaşmaya göre, Mustafa ve Ömer iki kelek bulacak ve Vali’nin teslim ettiği Ermeniler bu keleklere bindirileceklerdi. Dicle üzerinde kelekle seyahat bir süre devam edecek, sonra dinlenmek ve yola gündüz devam etmek bahanesiyle ıssız bir yerde durulacak ve kelekle yolculuğa çıkarılanlar gece karanlığında infaz edileceklerdi.
Onlardan geriye kalan mücevherat ve çeşitli malların yarısı, Hilali Ahmer’e -Kızılay- verilecek, yarısı da Mustafa ve Ömer kardeşlere kalacaktı.
Diyarbakır’dan toplanan bu zengin Ermeni ailelerin sevk kağıdında Urfa ve Adana yazıyordu. Ama Vali Reşit onlarla görüşmüş ve aldığı servet karşılığında onları Dicle üzerinden Musul’a göndermeyi vaat etmişti.
Şarkılarla yola çıkıldı
Mustafa ve Ömer Mardinkapı’daki köprüye iki kelek getirdiler. Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar bu keleklere büyük bir sevinç içinde bindiler.
Ölüm yolculuğuna çıktıklarından habersiz olan bu kurbanlar, yanlarına çeşitli müzik aletleri almış, yolculuk boyunca eğlenmeye başlamışlardı.
Etrafa cümbüş, kanun ve keman sesleri yayılıyordu. Genç kızlar ve kadınlar bu seslere şarkılarla eşlik ediyorlardı.
Kelek üstünde yolculukla etrafı sarp kayalarla çevrili bir bölgeye geldiklerinde Ömer ve Mustafa keleklerin hızını düşürdüler ve çok geçmeden de durdurdular. Yolcular telaşa kapıldı. Daha Musul’a kadar uzun bir yol vardı. Burada durmalarına bir anlam verememişlerdi.
Mustafa ve Ömer bundan sonra gidilecek yolun gece karanlığında değil, ancak gündüz aydınlığında gidilebileceğini, geceyi burada geçirmek zorunda olduklarını söyleyip yolcuları rahatlattılar.
Geldikleri kıyı bölgesinde yüksek dağlar ve bu dağların içine oyulmuş mağaralar vardı. Ermeniler, keleklerden inip dağlara tırmandılar. Çok geçmeden, en büyük ve en derin mağaraların içine dağılan Ermeniler’in birbirleriyle teması o gece karanlığında kesilmişti artık.
Taşlı bileziğin sırrı
İlk kafileden kurtulan olmadı, o gece tümü, dağlara oyulmuş mağaralardan alınıp katledildiler. Malları ve kıymetli eşya ile mücevheratları Mustafa ve Ömer’in eline geçti. Ölülerin karnı yarıldı ve mideleri taşla doldurulduktan sonra Dicle’nin sularına atıldılar. İlk kafileden geriye kalan mallar, Şikefta ve Raman dağındaki mağaralara getirildi ve burada saklandı.
Ömer ve Mustafa kardeşler tekrar Diyarbakır’a geldi. Valiyle buluştular. Hilali Ahmer’in hissesini Valiye teslim ettiler. Vali Ramanlı kardeşlere Urfa’dan üç güvenilir adam verdi. “Bu üç adamı himayenize alın” dedi. Onlar da kabul ettiler.
Dr. Reşit’in teslim ettiği ikinci ve üçüncü kafile de aynı akıbete uğradı.
Sıra son kafileye geldiğinde, Vali, Mustafa ve Ömer’e ‘Bu kafilede Diyarbakır’ın en zengin Ermenisi var, haberiniz olsun’ dedi. Sonra onlara taşlı bir bilezikten söz etti. Anlattığına göre bu taşlı bilezik çok kıymetli bir şey olmasa da karısı onu bir vakitler her nasılsa görmüş ve beğenmişti. Vali işte şimdi de Mustafa ve Ömer’den bu taşlı bileziği istiyordu.
Dördüncü kafile de aynı şekilde imha edildi ve bu taşlı yüzük Ramanlı kardeşlerin eline geçti. Mustafa ve Ömer, bileziğin çok kıymetli bir şey olduğunu anlamışlardı. Valiye bu bileziği vermemeye karar verdiler.
Kardeşlere pusu
İki kardeş, son kafileden sonra Diyarbakır’a gelip valiyle görüşmek istediklerinde vali onlara Tılalo köyünde beklemelerini söyledi. Kardeşlerin yanına verdiği üç Urfalı casus Ramanlı kardeşlerin bileziği gizlediklerini anlatmışlardı..
Ramanlı kardeşler, başlarına geleceklerden habersiz, bu köye geldiler ve bir dut ağacının altına sığındılar. Yemekler yendi, ayranlar içildi. Derken Mustafa ve Ömer serin dut ağacının dibinde uykuya daldılar. Valinin casusları ateş edip iki kardeşi öldürdüler.
Perixanê’nin diğer oğlu Emin, Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye sürgünlere gitti, sonra da kendi isteğiyle geri döndü. Emin’i öldürmeden önce diğer kardeşi Abdullah’ı öldürdüler.
Ağrı İsyanını bastıran Nurettin Baransel Paşa harekattan sonra Beşiri-Garzan bölgesine geldi. Burada yedi aşiretin ağasını Emin’in kardeşi Abdullah’la beraber halatlara bağladı ve Emin’e gelmesi için haber gönderdi.
Üstün otoritelerin izi
İdam mangası birbirine halatlarla bağlanmış hedefteki insanların karşısına geçmeden önce, kurbanların gözleri bağlandı. Emin’in kardeşi Abdullah ağa, gözlerinin bağlanmasına izin vermedi. Yerden bir avuç toprak alıp gözlerinin içine fırlattılar. Onun da diğerleri gibi gözleri bir şey görmez olunca, taramaya geçtiler ve gözleri bağlı kurbanların tümünü öldürdüler. Eminê Perixanê ise 1933 yılında Beşiri’de tutuklandı ve onu gönüllü olarak öldürmek isteyen bir askerin ensesine sıktığı tek kurşunla can verdi.
Nurettin Paşa 1956 yılında Genelkurmay başkanıydı. Ve Eminê Perixanê’nin oğlu Hüseyin Demirel amcasını infaz eden Nurettin Baransel’i, Ankara’da ziyaret etti. Demirel’in yazdığına göre Baransel, o dönemde gerçekleşen infazların kendisini bile aştığını ve çok üst düzeyden alınan emirlerle gerçekleştiğini ima eden sözler sarf etmiş bu ölümleri ‘üstün otoritelere’ bağlamıştı..
Bir Pazar günü için belki de tatsız bir hikaye.
‘Kıssadan hissesi’ olsun yine de: Bugün, olur mu olmaz mı diye konuştuğumuz ve adına ‘çözüm süreci’ dediğimiz şey, barış içinde bir arada yaşamak isteyen Kürtler’in ve Türkler’in bu ‘üstün otoritelere’ karşı 1915’den bu yana sürdürdükleri zorlu bir mücadelenin sonucundan başka bir şey değildir.